Cumhuriyet dönemi edebiyatında kendine has bir yeri olan Ahmet Hamdi Tanpınar muhtelif tarihlerde bulunduğu Ankara, Erzurum, Bursa, Konya ve İstanbul şehirlerine dair gözlemlerini anlattığı “Beş Şehir” kitabı, toplumsal serüvenimiz hakkında değeri kesitler verir.
***
1347-1350 yıllarında Kırım’dan İtalya’ya gelip Avrupa’yı kasıp kavuran veba (Hastalık korkunç niteliğinden dolayı Kara Ölüm olarak anılır), rakamlar birbirinden epeyi farklı olmakla birlikte ortalama 100 milyon kişinin ölümüne yol açmış. Tam da bu günlerde Giovanni Boccacio Floransa’nın salgın günlerinde her güne 10 hikâyeden oluşan (anlatılan) 100 hikâye anlattığı “Decameron” kitabını kaleme alır. Bu hikâyelerin her birinde insanın bin bir türlü halleri (ahlaksızlık, kurnazlık, dolandırıcılık, fedakârlık, cinsellik, çıkarcı din adamları) anlatılır.
***
Korona günleri bana Boccaccio’nun kitabının ortamını hatırlattı. Korona günlerinin getirdiği belirsizliğin, kaygının, evde kalma sıkıntılarının yaşandığı bu günlerde Boccacio’nun hikâyelerinden esinlenerek size Erzurumlu Edip Hoca’yı anlatacağım. Öyle ya, medyada sürekli sağlık, ölüm, salgın vb. haberlerinden geçilmediği şu günlerde kafamızı başka yerlere de çevirelim, olabilirse biraz da rahatlayalım. Yalnız benim anlatacağım hikâye bana değil, Tanpınar’a ait, ben aktarıcıyım.
***
1910’lu yıllarda Balkanlar kaynamaktadır. Arnavutluk çoğunlukla Müslüman olup öteden beri Osmanlı’ya yakın duran bir bölgedir. Ancak Arnavutlar da rahatsızdır. Bunun için Arnavutluk’a Heyet-i Nasıha gönderilir. Yani nasihat heyeti. İşte bu heyetin içerisinde İttihat Terakki’nin bir azası ve hoca vasfı nedeniyle Edip Hoca’da vardır.
***
Edip Hoca misafir kaldığı Arnavut beyinin evinde iken, bir gün eve beyin dağ kabilelerinden birinin reisi ve beyin de uzaktan akrabası olan kişi, bütün maiyetiyle konağa gelir. Her biri silahlı külahlı, deli fişek dağlılardır. Oradaki âdete göre misafirlerin bir arada, beraber ağırlanması şartmış.
***
“Gece yataklar serilir. Yeni misafir, Edip Hoca ile kendi arasına evvela silahlarını, dolu tabancalarını, sonra da en iyi cinsinden bir Serfice tütünü pakete koyar. Yatağa girdikten sonra ‘Hoca sar bir cıgara seninle konuşacağım.’ der…Hoca cıgarayı sarar ve bekler. Adamcağızın meselesi gayet basitmiş. Kardeşinin kızına âşık olmuş. Onunla evlenmeye karar vermiş. Fakat işe pek aklı ermediği, daha doğrusu sağdan soldan bu işin haram olduğunu söyleyenler bulunduğu için bu hususta İstanbul’dan geldiğini bildiği hocanın fikrini almak istiyormuş. Hatta seyahatinin sebebi de biraz bu imiş.
***
“Hoca bitabbi ‘Aman nasıl olur? Kardeşinin kızı senin kızın demektir. Haramdır.’ Cevabını verir. Fakat âşık Arnavut beyi kararını değiştirmek niyetinde değil. Zaten fikir sormuyor, sade bu işe hocanın razı olmasını, yani bir nevi fetva istiyor. Münakaşa büyür. Âşık Arnavut, hocayı inadından dolayı küfürle itham ederek tabancaya sarılır. Edip Hoca bir karşısındaki adama, daha doğrusu tabancasına bir de kapıya bakar. Kapı iler arasındaki mesafe uzun. Kaldı ki kapı arkasındaki sofada adamın maiyeti yatıyor. İster istemez ‘Hele bey, dur, acele etme’ der. ‘Anlat bana. O kızın babası olan kardeşin senden büyük mü, küçük mü?’ Arnavutcağız ‘Benim büyüğümdür’ cevabını verince ‘Mesele değişti. Niye baştan söylemedin bunu. Küçüğün olsaydı tabi haramdı. Evlenemezdin. Çünkü senin oğlunun kızıyla evlenmen gibi bir şey olurdu. Ama büyük olunca…O zaman helaldir. İstediğini yaparsın!’
“İşlerin aldığı bu son şekil misafiri memnun eder. ‘Yaşa bre hoca! Zaten bana söylemişlerdi, büyük âlim olduğunu. Yak bir cıgara’ der.
***
Kıssadan Hisse
Bu hatıranın kıssadan hissesi nedir?
Herkes kendi meşrebince farklı sonuçlar çıkarılabilir.
Bu kıssanın hissesi o kadar büyüktür ki, insan ve topluma dair (Devlet, şiddet, siyaset, din, gelenek, ahlak, erkek egemen yapı ve insan beyninin gerekçe üretmekteki ustalığı vb.) çok şey içeriyor!
***
İnsan, eylemlerine dayanak arar. İktidarlar da yaptıklarına dayanak ararlar. Eylemin doğru veya yanlış olması önemli değildir! Önemli olan, eyleme dayanak gösterilen olgunun/şeyin karşıdaki (birey veya toplum) tarafından kabul görmesidir. Kabulün iki yolu vardır: ikna ve zor!
***
İkna inandırmadır, razı etmedir. Zor yani şiddetin her türü ise, bireyde, toplumda bastırılmış bir kabullenme oluşturur! Tarihte zorun rolü!
***
Hani şeriat yönetimleri falan diyoruz ya; aslında o sistemlerdeki iktidarlar ile Arnavut beyi aynı. Arnavut beyi “Zaten fikir sormuyor, sade bu işe hocanın razı olmasını, yani bir nevi fetva istiyor.” Hoca diretince devreye tabanca (yani zor) giriyor. O şeriat yönetimlerinde de belirleyici olan siyasettir. Din, siyasetin uygulamalarına meşruiyet kazandırmanın bir aracı haline getirilir. İktidarlar için güçlü bir manivela haline gelen din, böylece devletin ideolojik aygıtlarından biri olur.
***
Bir de Arnavut beyinden âşık diye söz ediliyor. İşte burada karşımıza Epiküryencilerin, Stoacıların üzerinde çok durduğu mutluluk, haz, erdem, ahlak gibi kavramların felsefi derinliği çıkıyor ki; buna hiç girmeyelim, çıkamayız!