Yıllar geldi ve hayatın bir durağında dahi beklemeden gitti. Gitti ve ardından bakakaldık. Yılları aya, güne ve saatlere böldük yine beklemedi.
Yılları, çağlara ayırdık, aldırmadı.
Yıllara ve yılların getirdiğine bizim uymamız gerektiğini çok geç anladık.
Çok geç kaldığımızın farkına vardığımızda, ömür geçti, yaş geçti. Ve geçerken de sevinç, neşe ve üzüntüyü ihmal etmedi. İhmal etmediği yapımızın değişmesine neden oldu. Yıların değişimine ayak uyduramasak da yaşantımıza devam etmek zorunda kaldık.
Yıllar ilerledikçe, saçlarımıza aklar düştü. Derimiz kırıştı. Dizlerimiz posta treni gibi gitmemeye başladı. Elimiz, kolumuz kalkmadı.
Yıllar bizden çok şey aldı götürdü ve biz bilemedik, kendimize inanamadık.
Yıllar bizi belki bir fırtına gibi vurmadı ama yaz esintisi de değildi.
İdealimiz aynı doğrultuda kalmadı. Kalmadı, çoğu olaylar karşısında heyecanımız. Genişleyip gelişemedik ve kendimizi yirmi beş yaşında delikanlı hissetsek de hareketliliği devam ettiremedik.
Beynimiz izin vermedi, his ve heyecanlara. His ve heyecan kalbe zarar dediler. Dinlemesek de kalpten sinyaller geldi. Sinyali aldığında, sakinleşiyor ve hareketlerini kontrol altına alıyorsun. Vücudu bakıma çektiğin kadar dizginleyemedik. Belleğimizi de iyi kullanamadık. Olaylar sürükledi korktuk ve hayır diyemedik. Üstü başı yırtık olanın, yakasındaki gül anormal görünür.
Duygularımızı öne aldığımız yıllar, sokaklar bizimdi. Yıllar geçtikçe sokakta kalmadı caddede.
Sokak ve caddelerde değil de evinde iş yerinde, yılların getirip götürdüklerini hislerinle değil, aklınla değerlendiriyorsun. Zaman içinde kırk ölçüp bir biçiyorsun.
Yılların her çağda bize biçtiği değeri, beğenmesen de kabulleniyorsun. Değiştiremiyorsun, kabulleri. Geriye veya öne saramıyorsun. Sarsanda karşına gelecek olanlar yaşantına uymuyor.
Yılların biriktirdiği bilgi ve deneyimi, hayatına uyguluyorsan, gençlik çağını yaşadın demektir. Çocuk babasına sormuş; Hangimiz hayattan daha çok zevk alırız? Diye. Baba, “Kesinlikle ben” Demiş. Baba şöyle açıklamış tezini. “Bugüne kadar ektiğimi biçiyor ve zevk alıyorum. Sen daha ekmeye bile başlamadın.”
Gençlik çağı dedik, bir durakta durmayı bırak, yıllar düşünmedi ve acımadı bile, geçti gitti. Büyük sarsıntı ile geçti. Neleri kaybettiğimiz o tarihler umurumuzda olmadı. Fakat hayal bile kuramadık. Kursak da yaşamaya fırsatımız olmadı. Olgunlaştığımız bir çağda bırakmadı yaşantımızın keyfini sürelim. Süremedik düşlerimizi olgunlukta yaşamayı. Süremedik, hayalimizdeki ufka varmayı.
Yaşlılık çağına atıldık, istemeden körü körüne. Bu çağda da yılların kahredici akışı devamlılığını korudu. Bırak dedik, kendimize bakalım. Bırakmadı aldı, kader dedik boyun eğdik. Boyun eğdik yıllara yılların akışına. Ara durak dedik kanmadı, beklemedi durmadı. Bilgi ve deneyimizi uygulayalım dedik, dinletemedik. Düşünmeyi uzatalım dedik, her şey zamanında dedi.
Karşılaştığımız problemleri çözemedik, özgürce. Doğayı sevip adaleti hâkim kılın dedi. Dediğini yaptık ve doğayı, canlılarını seviyoruz. Vücut direncimizi kıracak her etkenden kaçındık. Buna rağmen yılların götürdüğü çok şeyi görmezden geldik.
“Böyle değildim” diye feryat etsek de yıllar güldü geçti bize. Güldü geçti, bazen dostça bazen de dost gibi davrandı. Dostları ve dostluğu yıllara sormak da aklımıza gelmemiştir. Yıllar vefasız mı? İdi. Yoksa vefasızlık mı yapıyorduk.
Yıllar geçti, yılları durduramıyor ve geri döndüremiyorduk. Peşinden sürükledi bizi. Sokağın sıcağında, soğuğunda kaldık, bakmadı. Yıllar geçerken, sağlıklı kalın dedi.
Yıllar geçti, çağlar değişti, duygular değişmese de kabullendik. Kabullendik yılların bizden aldıklarını. Yıllara ve geçen zamana yine de çok şey borçluyuz.