Bir gün öğretmen evinde oturuyorum. Benim hem öğretmenim hem de ilkokuldan müdürüm Ali İpek geldi. Ayağa kalkıp ellerinden öptüm. Oturduk hal hatırdan sonra bana babamın adıyla sordu. Adımın Yusuf olduğunu bildiği halde ısrarla bana babamın adıyla hitap ediyordu. Çünkü babamı çok seviyordu.
– Ali çocuklar ne yapıyor.
Gururla cevap verdim.
– Kimisi öğretmen kimisi hala üniversitede okumaya devam ediyor.
Beni azarlarcasına:
– Neden daha büyük üniversitelerde okutmadın. Neden mastır yapmak için dışarı göndermedin. Vazifeni yerine getirmedin.
Yüzüm kızardı. Mahcubiyetimi anlamış olacak ki.
– Bak sana diyorum ama aslında herkese diyorum. Gözünüz yıldızlarda olacak. Bu memleket en müreffeh en kalkınmış en mutlu bir ülke olmaya laiktir.
Sen çocuğunu en iyi yerlerde okutmayacaksın da kim okutacak. Ben sana böyle mi öğrettim. Yetmez ayağını ona göre denk al.
O büyük insanın sözleri beynime bir mıh gibi çakıldı.
Çünkü kendi çocuklarını en güzel yerlerde okutmuştu. O memleket çocuklarının okumasını en iyi okullarda okumasını istiyordu ve gittiği her yerde bunun mücadelesini veriyordu.
Bu sadece bir örnek. Diğer öğretmenim Sait Faiz çok iyi bir öğretmendi. İnce ruhlu, çalışkan, nazik ve prensip sahibiydi.
Köy Enstitüsünden mezun bütün öğretmenler öyleydi. Gözlerinden çıkan ışığının değdiği herkes okumuş adam olmuştu. Bir evden sekiz, dokuz öğretmen olan haneler vardı. Onların çocuklarda okumuş çok güzel yerlerde memleket hizmetine devam etmektedirler.
Sene bin dokuz yüz elli. Dediler ki Beşikdüzü’ne bir okul açılmış balıkçılıktan tutta; dokuma, marangoz, demir doğrama, at yetiştirme, aşçılık, arıcılık ve buna benzer yirmi bölüm açılmış.
Doksan yaşlarında emekli bir köy Enstitüsü mezunu bir eğitmen anlatıyor. Kulak misafiri oldum. “ilk mektebi yeni bitirmişim okumaya bayılıyorum, sınavlara girdik Van da bir yeri kazandım, gitmeme imkan yok çünkü param yok. Dediler ki Beşikdüzü Köy Enstitüsünde baba bir müdür var git ona yalvar yakar bakalım ne olur?
Oranın kütüphanecisi de bizim köylü. Gittim heyecandan tir tir titriyorum.
– Efendim ben Van da bir yer kazandım oraya gidemem çok fakirim okumak istiyorum beni buraya alır mısınız?
– Pazartesi gel bakalım.
Pazartesi gittim
– Yedeklerden biri gelmezse bakalım ne olur.
Nihayet beni okula kabul ettiler. Kapıdan çıkarken sevinçten öyle bir koşmuşum ki ayaklarım havada. O sırada müdürde pencereden bakıyormuş, benim o halimi görünce, kütüphaneciye:
– Senin ki deli mi ne?
– Müdür bey sen olsan kanat takıp uçardın!..”
Güçlü Türkiye’nin Aydınlık geleceğinin temelleri böyle atılmıştı.
İlerlemiş Milletlerin temelinde bu ve buna benzer kuruluşlar vardır.
Ne olduysa birden bire köy enstitüleri için yalan-yanlış propagandalar yapılmaya başlandı. Çok kısa sürede dayanamadı, basiretsiz siyasetçiler tarafından kapatıldı.
Yerine öğretmen okulları kuruldu, yüksek öğretmen okullarıyla beraber. Kadro aynı olduğu için Köy Enstitüleri kadar olmasa da bu okullar başarılı oldular. Aradan fazla zaman geçmeden bu okullarda kapattılar.
Her nedense nerede başarı var, orayı kendi elimizle yok ediyoruz. Yerine ilme aykırı, dini de bilmeyen kadroların hakim olduğu İmam hatip okullarını zorla hakim kılmaya çalışıyoruz.
Bugün çektiğimiz sıkıntıların temelinde Türkiye’mizin kaderine hakim olan bu zihniyetin çok büyük payı vardır.
Bundan derhal vazgeçmeli.
Tekrar ilme, mantığa dayalı okullar inşa edilmeli.
Aydınlık Türkiye’nin geleceğini kurtarmak istiyorsak…
Saygılarımla.
Yusuf Yılmaz