Hayat ne garip değil mi?.. Doğarsın, ağlarsın… Gidenin arkasından ağlarsın… Gözün yollarda beklersin, ağlarsın… Ölenin arkasından ağlarsın… Nasıl da geçmiş dersin şu zaman!
Ah dersin! Nasıl geçti habersiz!(hatırladınız sanırım bu şarkıyı) Ömrünüz popüler şarkılar gibi olsun unutulmayan, dillere pelesenk olan…
Sonra hayallerinle yaşarsın ve sonra hayallerini yolcu edersin… Umutla yaşarsın ve sonra umudunu yitirirsin…
Şu hayat ne garip değil mi?..
Hayat yenilmiş kazıkların toplamından başka nedir ki…
Hayatı ancak bu kazıklar sayesinde anlayabiliriz… Ve sonra bir derin oh çekip şöyle diyorsanız o zaman sizi hayatı ve hakikati biraz olsun anlamışsınız demektir.
Ey hayat! Sen nelere kadirsin!
Hayatı anlamak için hangisi daha önemlidir?
Bilgi mi, tecrübe mi?
Bunun cevabı şudur… Tecrübe olmaksızın bilgi daima test edilmeye muhtaç. Tabi ki bu benim düşüncem beni bağlar. Başkası ne düşünür hakikaten bilemem!
“Hiçbir insanın bilgisi, edindiği tecrübenin ötesine geçemez.” John Locke
Dostum; Günün adamı olmaya çalışmayın hakikatin adamı olmaya çalışın. Çünkü gün değişir hakikat değişmez!
Eğer bir yolun varsa gidilecek sona bırakma, bir sözün varsa dilden yüreğe hiç susma, görmen gerekiyorsa birini git yanına, okşaman gereken bir yürek varsa esirgeme elini, hayat çok zalim an gelir elini, gözünü, yolunu, yüreğini alır senden. O zaman istesen de dokunamaz, göremez, gidemez ve söyleyemez olursun…
Ve hakikati anlarsın, oysaki hakikat hayattır, hayatsa yaşamaktır. Sizin, onun, onların velhasıl birçoğumuzun yaşadığı hakikat benim hakikatimdir.
Hakikatin üç varlık alanı vardır. Bunlar “Tanrı”, “Tabiat” ve “İnsan” dır. Hakikati sadece din açıklar. Dinden başka hiçbir beşeri bilgi türü (bilim, felsefe, sanat) açıklayamaz. Zaten böyle bir amaçları da yoktur.
Kur’an, hakikatin üç konusunun mahiyetini açıklamıştır. Tanrı, mutlak anlamda yaratıcıdır. Diğer ikisini de yaratandır. İnsan hem Tanrı ile hem tabiat hem de kendisi ile sürekli ilişkiler içindedir. İnsana verilmiş olan akılla her üçünü de bilebilecek donanımdadır. Tanrı ile ilgili bilgiler vahiy yoluyla bildirilenlerden ibarettir. Kur’an’’a bakıldığında onun baştanbaşa Tanrı’yı tanıtır. O’nu isimleri, sıfatları ve fiilleriyle tanıtır. Tabiat ise Tanrı’nın filleriyle ortaya çıkan var oluş gerçeğidir.
”Hakikat, zenginin de yoksulunda yoludur. Güzelin de çirkinin de…”
Hakikat var olanı olduğu gibi görmek ve göstermektir dürüst olmak.
Hakikatler yapraklarını hiçbir sonbaharın dökemediği asırlık ağaçlardır…
Ben ki; olabilseydim, bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın. Daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü…
”Hürriyetin olmadığı yerde hakikat şiirin ve hikâyenin tüllerine bürünür…”
Her insan yaşamamın da ince bir köprüden geçer. Bazılarının kısa sürer, bazılarının uzun sürer, bazılarının da ömür boyu. İşte bu süreç hepsinin yüreğinde hakikatten ayrı bir iz bırakır.
Zira insanların gözü hakikati görmekte arpacık soğanının değerinde ve nispetindedir…
Bizde bu arpacık soğanından aldığımız değere göre, saklamadan, korkmadan, kırmadan, dostça, tatlı bir hiciv içerisinde aklımızdakini kaleme, kalemden de kâğıtlara dökerek yazanlardanız haddimiz olmadan…
Madem hayat kısa, madem hayatta yaşananları geriye getiremeyiz o zaman hayatı yaşayalım!…
Ama nasıl!
Hayatı okuyarak, yazarak, gezerek, dolaşarak ve kalp gözüyle görerek ve severek yaşayın…
Yaşamak sanattır ve bizler hayatı bir sanatçı duyarlılığı ile en iyi biçimde yaşamakla yükümlüyüz. Her birimizin hayatı birer sanat eseridir. Belki de hayatımızın en görkemli, en güzel rengi olan yerde ‘Sevgi’ başköşeye oturur. Acaba bizler, hayatımızın en güzel rengi olan bu duygunun hakkını verebiliyor muyuz?
Ya sevin yaşayın ya da sevmeden tükenin ama severseniz gerçek sevin, sevginizi hakiki gösterin…
Kalbimizden o yaşama sevinci olan o eşsiz duygu hiç eksik olmasın…
Unutmayınız, ‘Sevgimiz Kadar Güçlüyüz…’
Ve şartlar ne olursa olsun bir duruşu olmalı insanın, tüm olumsuzluklara rağmen hiç bozulmayan…
Yediği sert darbelerden etkilenmeyecek kadar sağlam, kelebek zarafetinde olmalı hem de…
Erdeme uzanacak, yardım bekleyen ellere eğilecek kadar esnek üstelik…
Güven vermeli yanında olanlara; en az düşmana verdiği korku kadar net ve kesin…
Birey olduğunun bilinciyle sürdürmeli yaşamını, sürülerden uzak durmalı…
Agresif bakmamalı hayata, rutinin hayat tarzı olmasına izin vermemeli…
Ana yollara alternatif yan yolların da olduğunun bilinciyle, taze tutmalı yaşam sevincini…
‘ Son sözü söyleyen her zaman ben olmalıyım! ‘ cabasında olanlara muzipçe gülümseyebilmeli…
Gözlerinden yaş gelecek kadar güldüğünde de, hüzünlenip ağladığında da, saklamamalı gözyaşlarını…
Duruşun yanında vicdanı ‘’kişilik ve karakteri’ ’de olmalı…
Karakter deyince ünlü filozof Foerster’in bir sözü geldi şimdi aklıma; ne diyordu Foerster ‘’Karakter insanın yaşama üslubudur. Hayata karakteri oluşmadan karışanlar, baş döndürücü bir hızla vicdanlarını da kaybederler…’’
İnsanlar yaratılış gereği çevreleriyle sürekli bir ilişki içerisindedirler. Bu ilişkiler, insanların duygu ve düşüncelerine, tutum ve davranışlarına şekil verir. Her ne kadar kişiliğin, genlerden gelen bir miras tarafı olsa da karakter, aile okul ve çevre içerisinde çocukluk çağından itibaren gelişir ve şekil almaya başlar. Herkesin kişiliği parmak izi gibi kendine münhasırdır. Bu izi de gönlünde besleyip büyüttüğü gerçek sevgi bırakır. İşte Hakikat ve Gerçeğin yolu budur…
Aklı besleyen bilgi, gönlü besleyen sevgidir. Gövdeyi ayakta tutan ise omurgadır.
Lâkin insanı ayakta tutan ‘’şahsiyetli ve onurlu’’ yapan şey, bu bildiğimiz iskeletteki omurga değildir. ‘’İlkeler ve prensiplerdir.’’ Dünyaya metelik vermeden ayaklar üzerinde adam gibi sabit durmaktır. İnsan ilkeli duruşu sayesinde onurlu ve saygın bir kişilik kazanır. İlkeleri olan insan, saygın insandır. İlkesi olan insanın rotası da gideceği liman da bellidir. Yüreğinde kin değil bilakis sevgi vardır. Kalbi ile düşünür, su gibi berraktır. Özü de sözü de duruşu da nettir. Düşünce fırıldağı değildir, dün kara dediğine bugün beyaz demez… Ya sever Yaratandan dolayı Yaratılanı. Yâda sevgisizlikten yapayalnız kurur gider kayanın üstüne bırakılan ayrık otu gibi, yalnız ve tek
Sevgi duygusu gelişmemiş insanlar sadece kendisi için varlardır… Onlar ki ‘’önce kendi nefislerine esir olurlar, sonra da güç kimin elinde ise ona esir olurlar.’’
Çünkü ruhlarını sevgisizlik esir almıştır…
Ruh, üstü örtülü bir ışıktır ki ancak aşk ile sevgi ile ebedi olarak parlar; aşksız ve sevgisizse ise sönüp gider.
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun…
Hayat sevince güzel ve hep birlikte diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Yeni gün size ve sevdiklerinize şans getirsin, mutluluk, huzur ve sağlıkla sürsün… Sağlığınıza çok dikkat edin, hele bu günlerde bin katı daha dikkatli olun dostlar…
Sevgileri çoğaltan gözyaşı mevsimleriniz olsun dilerim can dostlarım…
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbetler gönderdim… Sağlıklı bir dünyada tekrar görüşmek dileğiyle…