Bir değneğin her iki ucunda asılan, su kovalarıyla ara sokaklarda dolaşan yaşlı adam o günler ilgimi çekiyordu.
Kırlaşmış saçları, kambur sırtı ve çökmüş omuzlarıyla, su dolu kovalarla sokakları adımlıyordu. Kovaları yere bırakırken, dizleri titriyordu. Omuzunda kovalar asılan adamın su taşımasına bir mana veremiyordum.
Her gün okula giderken rastladığım için, adını; “Sucu Dede” koymuştum.
Sarsak adımlarla yürürken de ayağını sağlam basmak için, özen gösteriyordu. İki eliyle de kovalarını tutuyor, böylece kovaların sarsılıp suyun çalkalanmasını önlüyordu. Dalganın hareketine uymuş kayıklar gibi, ara sokaklara batıp çıkıyordu. “Dış görünüşe aldanmayın. Onları anlamaya çalışın. Esas olan gönül zenginliğidir.” Diyordu öğretmenimiz.
Gün boyu suskundu. Arada tuhaf bir ses geliyordu, kovaların halkalarından. Uçuşan tozlara karşı, kovaların üzerini bezle örtüyordu. Kovalardaki suyu isteyenlerin tenekelerine döküyor ve onları yeniden dolduruyordu. İşinde kimseden yardım almazdı. Konuşmayı sevmiyordu. “Yatarak hayat kazanılmaz.” Diyordu. Akşam karanlığına kadar su taşımaya devam ediyordu. Sucu dedeye, akşam okuldan çıktığımda da rastlıyordum. Hayatla giriştiği savaşı, büyük bir yarışın sonunda başarıyla bitirmeye kararlı görünüyordu. Soluk soluğa kalsa da kovalarını önüne konulan tenekelere suyu aktarıyordu.
Yüzünün kırışıklıkları son günlerde biraz daha derinleşmişti. Soranlara “Halsizim, sokaklar gözümde uzuyor.” Diyordu. Fırından aldığı bir parça ekmeği yerken bile oturmuyordu. Fırıncı ona tabure verse de.
Her gün fırıncıya, bir parça ekmek parası verirdi. Onun için fırıncı, sucu dedeye, “Bir parça ekmek” adını takmıştı. Dede ekmeği aldıktan sonra da “Her çiçekten sonra başka bir bitkinin çiçeği açsa da insan solan çiçekler gibi bir kenara atılmamalıdır.” Derdi.
Hayatın yoğurup çamura buladığı sucu dede, titreyen dizlerine rağmen, hâlâ ayaktaydı. Karanlık, kederli ve soluk günler yaşarken, arada bir damla gözyaşını kaldırıma damlıyordu. Kovası da su damlatmaya başlamıştı. Dede, “Kovamda dertlerime ortak oldu.” Dedi. Koşuşturmam buraya kadar mı? Derken sesi uzaktan geliyor gibi, soğuk ve duygusuzdu. Dede, karanlık bakışlarını sürdürdü. Caddedeki gökgürültüsü andıran sesleri bile duymadı.
Sucu dedenin evlere ve mağazalara su verdiğini birkaç yıl önce öğrendim. Sokağın başında kovaların arasında oturan dede, geçenleri dikkatli izliyordu. Bazısı dedeye acıyan gözlerle bakarken, çoğu da selâm verip umursamadan geçiyordu.
Dedenin sanki umudu kalmamış, tutunduğu hayatı bırakmak istiyor gibiydi. Tanıdıkları onu ayağa kaldırmak istedi. Dede ise kolunu dahi hareket ettirmedi. Gözleriyle biraz dinleneyim der gibiydi. Her iki elini kovaya daldırdı. Elleri suya değince gözlerini açtı. Başına toplananlara, “Dizlerim” diyebildi. Caddeden gelen iki kişi dedenin koluna girip “Eve götürelim, oradan da doktora gidelim.” Dediler. Kovalardaki suyu sokağa boşalttılar.
Sucu dede sokağa akan suya içi burularak baktı. Yüzü biraz daha sarardı ve gözleri yaşla doldu. Adeta canı sokağa aktı, üzüldü. “Su ekmeğimin kaynağı, elli yıldır onları hiç boş bırakmadım. Onları kum saati gibi doldurdum ve boşalttım. Kovalar ailemin geçimini sağladı ve iki çocuğumu okuttu.” Dedi. Tanıdıkları, konuşup da yorulma doktor ilaç versin de ayağa kalk dediler. Dede zor duyulan fakat saygılı bir sesle, “Kovalarım” Dedi.
İnsanlar, dedenin yaşantısını çekecek güçte değildi. Çelişkiler çoklarını vurdumduymaz yapmış, bakar kör durumuna düşürmüştü. Cadde ve sokaklarda avare dolaşır, hiçbir işe sahip olmuyorlardı.
Yaşama duyduğu ilgiyi yitirmiş olan dede, rüyasında gördüğü, tek kanatlı ve bacaklı kuş gibi, cızırtı çıkararak uçuşan sineklerin arasından evinden çıkıyordu.
Dede evinden çıkarken, zoraki bir gülücükle taşıyanlara, “Kovalarımın değerini bilmeyen çoktur. Onları size emanet ediyorum. Kapımın önüne asarsınız ve omuzuma aldığım değneğin üzerin
“Bir parça ekmek” yazarsınız, dedi.
Doktor yolunda, yaşantısı gözünün önünden geçerken, yaşadığı bütün çirkinlikleri unutmuştu. Göz kapakları normal açılmıyordu. Omuzundaki kovalarına olan saygısını da kaybetmişti. Hayatla bütünlüğü çatırdamış ve çevreye uyumu kaybolmuştu.
Doktor seni iyileştirecek, dediklerinde, başını sallamakla yetindi.