En son söyleyeceğimi ilk söyleyerek yazıma başlayayım. Diyorlar ki Suriye’de ne işimiz var?
Futbolu bilenler için şu cümlelerle başlıyorum; Futbolda ya pres yaparsın rakibi kendi sahasından çıkarmazsın. Ya da oyunu kendi sahanda kabul eder, geriye yaslanırsın. Ve kaybetmeye mahkum olursun.
Şu anda Türk ordusunun yapması gereken de budur, rakibe oyun kurdurmamak, kendi oyununu kabul ettirmek, saldırılar sonrası oluşacak göç dalgasını yerinde durdurmak..
Hanımlar, beyler;
Hamasetin ayrışmanın, bölünmenin zamanı değil.
Unutmayınız, bölüşürsek tok oluruz , bölünürsek yok oluruz. Bizim gidecek bir başka coğrafyamız yok. Elimizde kalan tek devlete ,tek vatana sahip çıkalım. Türk ölür ,esir olmaz, unutmayalım.
Yüzyıllardır bu coğrafyada sınırımız olan, vatan toprağımız olan Suriye’de ne işiniz var diyenleri bir öykü ile o topraklara bir yolculuğa davet ediyorum.
Tel-Abyad da operasyondaki bir aslanımız 2. gece dinlendikleri 1-2 saatlik sürede mesaj atmış…..
Durumumuz iyi, moralimiz yüksek diye…..
Sonra da aşağıdaki satırları yazmış…..
Okurken gözyaşlarımızı tutamadık…..
Köye yakın mevzilerde çatışma bitmişti….. Teröristler arkalarında silah mühimmat ne varsa bırakmış, köydeki ahalinin yiyecek ve içeceklerini de alarak iç bölgelere kaçmış…..
Köye girdiğimizde çocuk ve kadınların ağırlıkta olduğu bir kalabalık ,güvenli olduğunu düşündükleri bir evde akıbetlerini hep birlikte beklerken kapıyı açtık…..
Türkler geldi diye sevinçli çocuk çığlıkları karşıladı bizi….
Uzatmayayım, hepsine kumanyamızdan dağıttık….. Belli ki örgüt halkın açlığını pek önemsememiş, onları üzerlerine strateji kurgulanacak piyonlar olarak gördüklerinden, beslenmelerini pek dikkate almamıştı…..
Tüm çocuklar açlığın verdiği çaresizlikle verdiğimiz kumanyaları hızlıca yemeğe başlamıştı ki, gözüm kenarda oturan yay kaşlı hafif çekik gözleri altında yüzü yaşından çok daha olgun bir çocuğa takıldı alaca karanlıkta…..
Bir şey yemiyor, kenarda sessizce oturuyordu…..
Bu hali dikkatimi çekti. Acaba karnı tok mu diye geçirdim içimden…..
Oğlum gözümün önüne geldi. Yanına gidip adını sordum…..
– “Haydar Ali” dedi.
– Sevmez misin verdiklerimizi,dedim…..
– Severim, dedi…..
– ‘Neden yemiyorsun?’ dedim…..
12 yaşındaki çocuk, 12 sene düşünsem aklıma gelmez bir cevap verdi ki, önce benim, sonra tüm tüm timin gözlerinden yaşlar süzüldü…..
“Siz Peygamberin ordususunuz….. Açlıktan ölüp Allah’ın huzuruna varsam, çocuk olduğum için Allah bana hesap sormaz ama sizin kumanyanızı yersem, siz bir karış geri kalsanız bunun vebalini ödeyemem.” dedi…..
Ellerim titreyerek tuttum yanaklarını iki elimle….
Alnından hem öptüm, hem de kokladım…..
Ye çocuk dedim, ye…..
Ye büyü ki sen de bu orduya nefer ol.
– Helal edin dedi…..
Bütün tim sanki cenazede mevtaya hakkını helal eder gibi “Helal olsun” diye haykırdı….
Haydar Ali’yi köyünde bırakıp intikale devam ederken artık hiçbirimiz o köye girerkenki askerler değildik……
Yola çıkarken içtiğimiz andı hatırladık…..
O kadar gurur duyduk ki yaptığımız işle, yorgunluğumuzu bile unuttuk…..
1 Haydar Ali yi kurtardık….
Dualarınızı eksik etmeyin..
Öykü böyle bitiyor..
Ancak Suriye’deki Öykü tam da şimdi başlıyor. Suriye’yi hamaset, Suriye’yi Esed değil Suriye’yi reset kurtarır. Köklerine dönmek kurtarır.
Türküyle Kürdüyle, alevisiyle sünnisiyle bir elin parmaklarıyız. Et tırnaktan ayrılmaz.
Çanakkale’nin Tokatlı Kınalı Ali’sinden Suriye’deki Haydar Ali’ye selam olsun.
Türk varsa umut vardır !
Vesselam.
Erhan Ziya SANCAR
Eğitimci Yazar