Mağara, zirveye yakın üç kayaların altındaydı. Okulda ağabeyler dağdaki üç taşlardaki mağaranın ilginç hikâyesini anlatmışlardı. “Milattan önceye ait bir tarihi temsil ederken, heykellerin ise yakın tarihe ait olduğu söyleniyordu,” dediler.
Beş arkadaş iki günlük dağ ve mağara gezisi düzenledik. Havanın açık olmasını gözettik. Mağarada kalmayı düşünüyorduk. Yiyeceklerimizi ve giyeceklerimizi aldık. Kardeşim daha önceden mağaraya gittiği için, onu rehber seçtik.
Köyleri geride bırakıp mezarlıktan geçtik. Babam, mezarlıktan geçip yukarı çıkan patikaya yönelin demişti. Patika taşlı ve çayırın istilasına uğramıştı. Yürümekte zorluk çekiyorduk. Sırtımızda yükümüz ağırlaşmaya başladı.
Orman; yapraklarını döken ve peşinden iğne yapraklı ağaçlar olarak sıralanıyordu. İğne yapraklılar sık ve gürdüler. Kardeşim, çam sakızından dem vuruyor, patikadan ve mağaraya ulaşmaktan bahsetmiyordu.
Yükseklere çıktıkça hava sertleşti. Bulutlar bize göz kırptı ve biraz daha alçalıp çevreyi kapladı. Güneşi kaybettik. Damlalar başlayınca moralimiz bozuldu. Su kaynağına da rastlamadık. Kardeşim, “Mağaranın yanında şifalı su var.” Dedi. Yağmur şiddetini artırırsa ne yapabiliriz? Geriye dönmeyeceksek, yapılacak bir şey yoktu. Kardeşim, “Burası dağ başı fırtına vurur ve geçer.” Dedi.
Mağarayı gündeme getirdik. Özellikle heykellere duyduğumuz istek, sevgimizi de kamçıladı. Dağın zirvesini hedef aldık ve dağcılar gibi tırmandık. İçimizden de zirveye yaklaşırken, yağmur bulutlarının fırtınaya dönüşmemesi için, dua ettik.
Kardeşim tekrar dağın zirvesi için, gerekli hatırlatmayı yaptı. “Fırtınaya hazırlıklı olmalıyız.” Dedi. Rüzgâr soğuk esmeye başladı. Yağmurun bir anda başlaması, bizi heyecanlandırdı. Kaçacak yer telaşına düştük. Mecburen büyük bir ağacın altına saklandık. Arkadaş; “Hava sisli gürleme ve ona bağlı olarak da yıldırım düşmez. Onun için, ağacın altına saklanabiliriz.” Dedi.
Kardeşim, “Dört saat önce güneşli hava ile çıktık, dağ havasına tutulduk.” Dedi.
Çevreyle bağımız kesildi, aksine patika da ikiye ayrılmasın mı? Babam hiçbir yere sapmayın demişti. Dik yukarıya yol almaya devam ettik. Arkadaş; “Gece bekçisi gibi, bir elimizde fener, diğerinde silah olsa, ancak korkumuzu bastırırız.” Dedi.
Yön bulmada zorlanıyorduk, pusulamız olsaydı, diyen arkadaşa da güldük. Kardeşim, “Çölde değiliz.” Dedi. Sakin ve rahat ve güvenli konuşuyordu. Mağaraya gideriz, az kaldı gibi.
Özellikle yiyeceklerimizin ıslanmamasına dikkat ettik. Doğanın kurallarını hissediyorduk. Yine de mağaraya tırmanacaktık. “Yaz fırtınası geçer.” Dedik.
Bir süre sonra hava durağanlaştı. Bulutlar çekildi ve rüzgâr kesildi. Sevindik, bu durumda tırmanmaya devam edeceğiz. Zirveye adım adım yaklaşıyoruz. Deniz ve sahil boyu görüldü. Kardeşim; “Görünen köy kılavuz istemez.” Dedi.
Dengesiz bir sandalda su üstünde kalmaya çalışıyoruz. Yanlış bir hareket batmamıza neden olabilirdi. Başka yöne gidebilirdik. Çünkü patikadaki ayak izleri kalmadı, ağaçlar arasından ilerliyorduk. Korku ile karışık yürüme yolumuzda ayak izlerine rastladık. Ayak izleri mağaraya gidiyor diyen kardeşim, başka nereye gidecek diye de açıkladı.
Mağaraya sevgimiz sürüyordu. Resim öğretmeninin heykeller hakkında bilgi vermesinden sonra heykellere karşı ilgimiz artmıştı. Bu bilgi ve ilgiyi mağarada kullanacağız.
Arkadaş; “Bulutlar geçti, ondan kurtardık, ikinci fırtına yırtıcılardır.” Dedi. Yoksa yırtıcı hayvan mı? Gördün dedik. “Bizim gürültümüze hiçbir yabani çevremizde duramaz.” Dedi. Arkadaş, “İsterseniz geri dönebiliriz.” Dedi. Kardeşim; “Ağaçlığı çıktıktan sonra mağara karşımızda.” Dedi.
Gerçekten ağaçlığı geçtikten sonra çimenli bir bölge karşımıza geldi. Mağara soldaki taşın altındaydı. Mağaranın önüne geldik. Ayak izleri karışıklığı vardı. Yaban arılarıyla bal arıları karışmışlar ve çiçekle dansları harikaydı.
Mağara ilgi odağımızdı. İstek ve sevgiyle kapısına geldik. Yüklerimizi bıraktık. Yaşamımızda önemli bir serüven gerçekleşmiş oluyordu. Çünkü heykelleri de inceleme fırsatımız olacaktı. Yalnız mağaranın önündeki otlar ezilmemişti. Yakında gelen olmamıştı. Mağaranın kapısında bekledik. Kardeşimle arkadaşı içeriye girdiler. Biraz sonra geldiklerinde; içerisinin güzel olduğunu söylediler.
Sarkıt ve dikit yoktu, arkaya doğru uzamıyordu. Heykeller de bir köşeye sıkışmış duruyordu. Heykel, yontulmuş bir taş kütlesi değildi.
Böyle bir yer için, ciddi bir bilgi gerekirken, hiçbir levhanın olmaması dikkatimizi çekti. Heykeller bilim adamları tarafından incelenmiş mi? Diye kardeşim sordu. Şifalı suya geçtik ve taşların çevresini dolaştık. Şifalı su biraz maden suyunu andırıyordu.
Mağaranın kapısına odun ve ağaç dalları yığdık. Çünkü gece boyunca yakacaktık. Mağaranın hemen önüne kütükleri çattık ve yaktık.
Birlikte mağaraya girdik. İçerisi o kadar soğuk değildi. Heykellere yaklaştık. Bir mahsuru olmaz diye baş kısmına dokunduk. Biraz da heyecandan olsa gerek ki, heykelin burun kısmına tuttuğum gibi sert bir şekilde çektim. Gözlerimize inanamadık. Heykel olduğu yerden kopmasın mı? Diğerlerine de aynı hareketi yaptık ve onlarda elimizde kaldı.
Heykeller naylon üzerine kireç vurularak yapılmış, uyduruk bir şeydi. Şaşkındık, ne yapabilirdik. Fakat heykelleri epeyce tartıştık. Böyle heykel olmayacağını hiçbir özellik taşımadığını söyledik. Akşam olmak üzereydi. Ateş çok güzel yanıyordu. Bir şeyler yerken de heykelleri tartıştık.
Geceyi yarı uyuyarak mağarada geçirecektik. Soğuk olmayacağı belliydi. Ateşin karşısında yorumlar yapmaya başladık. Heykeller sahteydi. Fakat onları buraya kim yerleştirmiş olabilirdi. Hepiniz aklına gelenleri söyledi. Demek ki, mağaraya çıkanlar, şifalı su için çıkıyormuş.
Arkadaşlara; “Mağaradan, özellikle heykellerden en çok kim bahsetmişse ondan şüpheleniyorum.” Dedim. Düşüncem kabul gördü. “Yalnız heykelleri yakalım ve yarın sakız arayalım, soranlara mağaraya fırtınadan çıkamadık, geri döndük diyelim. İspatı da sakızlarımız olsun.
Gerekirse bir şekilde onlarla dalga geçeriz.
Heykel olayına kandırıldık ama, dağın; sakız ve şifalı suyu bizlere ilaç gibi geldi.