03 Kasım 2002 günü yapılan milletvekili genel seçimlerinde akp; Seçme-seçilme ve oy kullanma hakkına sahip ve listelerde kayıtlı 41.407.015 seçmenden, sandık başına giderek vatandaşlık görevini fiilen yapan 32.753.836 kişiden 10.848.704’ünün oyunu alarak % 33.12 oranla 365 milletvekili çıkardı;Cumhuriyet tarihinin en antidemokratik seçiminde chp’de 6.114.843’le, % 18.66 oy oranı ile 177 milletvekili çıkardı. Diğer partiler adeta bozguna uğradı. Tamamı barajın altında kalarak feci şekilde boğuldular. Seçimlere katılım oranı: %79.10 olarak gerçekleşti.
Yani akp seçime katılanların % 33.12, tüm seçmenlerin ise %26.20’sının; chp’de seçime katılanların %18.66’sının, seçme hakkı bulunan vatandaşların ise % 14.76’sının oyunu alarak barajı aştı ve 177 milletvekili ile parlâmentoya girdi.
SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM YASALARININ HUKUKSUZLUĞU
2822 sayılı siyasi partiler; 298 sayılı seçimlerin temel hükümleri ve 2839 sayılı millet- vekili seçimi kanunlarındaki antidemokratik unsurları dikkate aldığımızda bu, bundan sonraki ve 1983’den itibaren yapılan bütün genel ve yerel seçimlerin ne kadar millet iradesine aykırı, utanç verici, adalet-hukuk ve siyaset bilimi ile çelişkili olduğunu görmek mümkündür.
Yani; akp’nin % 33.12; gerçekte % 26.20 ile Parlâmento’nun % 68.54’üne;
Chp’nin ise, % 18.66 veya gerçekte % 14.76 oyla Parlâmentonun % 31.46’sına sahip olması çok büyük bir haksızlıktır. Asla onaylanamaz. Bu millet iradesi, hukuk devleti ilkeleri ve kamu vicdanına saygısızlık ve aleni bir ahlâksızlıktır. Özellikle; kanunun ön seçim ile ilgili mücbir hükümlerinin uygulanmaması ve millet iradesinin adalet ve hakkaniyetle tezahürüne karşıt “merkez yoklaması (gerçekte parti sahiplerinin keyfi ataması) yönteminin uygulanması nedeniyle büyük bir ayıp, haksızlık, hukuksuzluk ve aymazlıktır bu…
Ve kesinlikle!… “yönetimde istikrar ve temsilde adalet” ilkesinin suç derecesinde ihlâlidir. İnsan hakları, adalet ahlâkı ve hukuka aykırı olarak, “azınlığın çoğunluğa tahakküm” rejimidir. Diğer bir anlamda ve en açık deyişiyle; 50 yıllık statükonun sürdürülme kaygısıdır.
Bu, elbette bilinen ve beklenir bir gerçektir. İkinci “karşıdevrim” 27 Mayıs 1960’dan itibaren sistematik olarak sürdürülen yozlaşma, bunalım, buhran ve kaotik popülist politikalar bunun böyle olmasını gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Statükoya göre ortada bir sorun yoktur.
MİLLETE GÖRE SORUN BÜYÜKTÜR
Ülkemiz, son müze soygunları nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanı (eski chp ve shp’li) Ertuğrul Günay’ın “soygunların sebebi darbelerdir” tespiti cihetiyle 27 Mayıs 1960, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubatta olabildiğice soyulmuştur. Öyle ki soygun-vurgun, yalan-talan, gasp, irtikap, hırsızlık ve yolsuzluk ara dönemlerde de olanca hızıyla siviller, siyasiler ve oligarşik bürokratik yapı tarafından da amansızca sürdürülmüştür. Bunun yanı sıra elli yılda vuku bulan faili meçhul sayısı 50 bin dolayında telâffuz edilmektedir. Dahası iç ve dış borç yükü yıllardır milletin belini bükmekte; Pahalılık ve enflâsyon geni halk kitlelerini ezmekte; Anarşi, terör ve tedhiş, halkın huzur, emniyet, devletin güvenlik ve bütünlüğünü tehdit etmektedir, o dönemde de etmekte idi…Tüm oligark, uzantı ve mütemmim cüzlerini kapsayan “çağ, İslâm ve insanlık dışı” dokunulmazlık yasaları nedeniyle gaspçılar yakalanamıyor, parlâmento tasallutçularına dokunulamıyor ve “asil halk” hariç “medya/mafya/politik-ACI” suçlularına ilişilemiyordu!…
İşte akp bu argümanları sonuna kadar kullanarak iktidar oldu.
Üstelik kahir ekseriyetle ve tek başına…Demokrat Parti’den bu yana ilk defa!…
Ama ne oldu? Yedi buçuk sene sonra gelinen noktaya bakıldığında fotoğraf şu:
“Havanda su dövmek, bıktıran demagoji, tezvirat, popülizm-mugalâta, adi, ahlâksız ve şerefsiz kartel medyası ile dans, siyasette mutasyon; sonuç hayali sukut ve hüsran…”
Yani akp ve hükümeti 7.5 yıldır fuzuli işlerle iştigal etmekte, de’Facto AB-D sultasına izin vermekte ve İspanyol yazar Miguel de Cervantes Saavedra’nın kahramanı Donkişot misal yel değirmenleri ile savaşmaktadır.
Yel değirmenleriyle savaşsalar yinede iyi diyecem fakat birde rüzgara küfretmeseler çok iyi olcak