Dört adam… Biri küreğe dayanmış, diğerinin elinde kazma öylesine tutuyor, üçüncüsünün elleri cebinde, diğeri ise hararetle bir şeyler anlatıyor. Az ilerilerinde ise bir kamyonet. Dışarıdan boş görünüyor. Rahatlıklarından belli ki belediye işçileri…
Atatürk Mahallesi Eski Terme Caddesi ile Saray Caddesi rögar kapaklarının belediyeden çekmediği kalmadı.
Bundan iki ay önce belediye caddemize teşrif etti. Bütün rögar kapaklarının etrafını bir güzel kırdı.
Sonra,
Kırdıklarının yerine çimento yoğunluklu kumdan yarı ıslak harçla doldurdu.
Gittiler,
İki gün sonra betondan eser yoktu. Bu millete iyilik de yaraşmıyordu. Kör olası hain araçlar Belediyemizin rögar kapaklarına saldırmışlar, betonu parça pürçek etmişlerdi.
Üç-beş gün sonra belediye yeniden geldi. İlk yaptıklarını tekrar kırdılar. Zaten onların zahmetine gerek yoktu. Kırılmışlardı çünkü.
Sonra onların yerine bu sefer çakıl esaslı bol çimentolu beton döktüler. Etrafını da bir güzel muhkemleştirdiler.
Onlar da en fazla on beş gün dayandılar. Bir yirmi gün daha geçti yine geldiler. Bu sefer kırılan betonları bir güzel temizlediler.
Bunların yerine asfalt döktüler. Çünkü yol asfalttı. Hah dedim şimdi doğrusunu yaptılar. Geç oldu ama temiz oldu.
Asfaltı dökerken yine dört kişiydiler. Biri çalışıyor, öbürleri seyrediyorlardı.
Bir on beş gün daha geçti.
Yine işe giderken… Bir rögar kapağının önünde yine dört kişi… Yanı başlarında bildik kamyonet. Bu sefer iki kişi çalışıyor iki kişi bakıyordu. Biri daha afili bakıyordu. Belli ki ustabaşı…
Arabamla giderken durdum, hayırlı işler diledim. Kolay gelsin dedim. Sohbetime devam ettim.
“Siz Büyükşehir elemanları mısınız?” Afili duranın cevabı afili idi. ”Hee amıca…”
Asfalta beton dökülür mü?
Afili olan bilmişçe cevap verdi. “Beton dökmüyoruz amıca, Kalekim döküyoruz.”
“Kalekim çimento esaslı değil mi?”
Sormakla hata ettim. Afilinin façası bozuldu. Ama renk vermedi.
“Sizin sorumlunuz mühendis mi?” Soru afiliye kolay geldi. Hararetle “Hee amca…” Diplomayı hangi bakkaldan almış? Bilemedi… Belli ki soru zor yerden geldi.
Aradan bir ay geçti. Üç gün önce, bir sabah…
Tepe camisinin hemen yanından geçiyorum. Yine aynı manzara… Yine dört kişiler. Yanlarından geçerken rögar kapaklarının kıyısındaki asfaltı kırdıklarını gördüm. Yahu bu kaçıncı kırıp, dökme deyip celallendim. “İki kürek asfaltı el kadar yere dökemediler.” Sonra bu duygularımdan tövbe-istifra ettim. “Garipler bu işi elbette kıra-döke öğreneceklerdi. Bu işin mektebi mi var? Zaten biri berberlikten gelme, diğeri çaycılıktan…”
Akşam işten dönerken baktım yine beton dökmüşler.
Ama Allahları var… Bu sefer etrafını iyi muhkemleştirmişler. Hem de üzerine mala çekmişler, kaymak gibi… İlerleme var… Bir üç ay dayanır.
Hınzırlık bu ya… Yine fitne-fecir düşünceler geçti kafamdan.
Ya bu belediyenin parası çok, kasap misali…
Tersi de olabilir. Ya fukaralıktan vaziyeti idare ediyorlar ya da akılları birkaç derece kıt.
Farkındayım, ukalalık ediyorum,
Sayın Başkan Hilmi Güler “sen bu işlerden ne anlarsın, işine bak.” Der mi der…
Ama bilmiyorlar ki,
Memlekette diplomasını yitirmemiş ve bakkaldan almamış mühendis de çok… Bu işlerden anlayan vatandaşta…