İstanbul’da müzik adına yaşanan değişim ve gelişim hakkında bilgi sahibi olmak adına kabul edilen en temel kaynak müzik yazmalarıdır. Müzik nazariyatı üzerine en eski Türkçe yazma eser 15.yy’da Yusuf Kırşehir tarafından kaleme alınan “Musiki Risalesi” isimli eserdir.
Türkçe müzik yazmalarına konu edilen mistizmin en saf ve yoğun hali mevlevi ayinlerinde bulunur. Müzik, felsefe, aşk ve insanoğlunun yolculuğuna dair izler taşıyan bu ayinlerde, müzik amaç değil araçtır. Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin tüm insanlığı çok büyük bir sevgi ve hoşgörü ile kucaklayan Mevlana’nın ölümünden sonra onun felsefesini yaşatmak üzere kurulan Mevlevilik geleneği içinde son derece etkin bir yeri olan müzik ibadetin ayrılmaz bir parçasıdır.
Müzikte gerek sözlü formlarda işlenen temalar gerekse çalgı müziği formlarında kullanılan ezgiler doğu toplumunun genetik kodlarında bulunan “gönül” kavramı ile yakın ilişki içindedir. Bu yüzdendir ki müziğin aktarımı sırasında nota yazımının bulunmadığı tarihlerde müzisyenlerin yetişmesi son derece sabır ve emek gerektiren bir süreci oluşturur. Gönülde sevgi olmaksızın başarıya ulaşmanın ve müzik kurallarını öğrenmenin mümkün olmayacağı görüşü mevcuttur. Ayrıca; ustaya saygı, sabır, liyakat, sadakat gibi kişilik gelişimlerinin parçası olan kavramlar müzik eğitiminin de önemli unsurlarıdır.
İstanbul’da farklı dinlere mensup topluluklar ayinlerini, dualarını, yakarışlarını birbirinden çok da ayrı olmayan makamsal yapılar ve müziklerle ifade etmiştir. Ermeni olsun, Yahudi olsun, Rum olsun İstanbul’da değişen ve gelişen müzik geleneğindeki rolleri hem icra hem de teori anlamında oldukça etkindir.
Konu müzik olduğunda (kanımca) Meregalı’dan bahis olmadan İstanbul’un müzik kültürüne bakmaya çabalamak eksik kalır. 14.yy ortalarında bugünkü Azerbaycan’ın Meraga şehrinde doğan Abdulkadir Meragi; Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi konuşmaktadır ve aynı zamanda bestekar, nazariyatça, hanende, hattat, şair, hafız, ressamdır. Günümüzde müzikte otorite olarak kabul edilen Meragi musikideki ustalığı sebebiyle yazar ve araştırmacılar tarafından “musiki nazariyatında en yetkili kişi” sıfatı ile anılmıştır. Kendi buluşu olan usulleri ve teknikleri ile dönemin padişahlarınca himaye edilmiş, sarayda yaşamıştır. Timur’un da himayesinde bulunmuş büyük ustanın eserleri hala dillerdedir. Bir veba salgını ile toplu mezara defnedilen büyük müzik dehasının günümüze sadece 29 bestesi ulaşmıştır. 2014 yılı UNESCO tarafından “Meragi Yılı” olarak ilan edilmesi daha çok bilinir hale gelmesine sebep olmuştur.Müzik konusunda bir diğer önemli isim ise; 18.yy sonlarında İstanbul’da doğan (Şehzadebaşı’nda Acemoğlu Hamamı’nı işleten babasına atfen adına ek alan) Hamamizade İsmail Dede Efendi’ dir. İlkokulda “ilahici başı” olan Dede Efendi 1001 gün sürecek çilesine başladığında bestelediği Buselik makamındaki bir şarkının ünü kısa sürede saraya ulaşmış, 3.Selim eseri dinlemiş ve beğenmiştir. Çile doldurmakta olan bir mevlevi dervişi tarafından bestelendiğini öğrenince kendisini saray hanendecileri arasına almak istemiştir. Padişahın ilgisi nedeniyle 3 yıllık çilenin son yılı bağışlanarak 21 yasında “Dede” unvanını almış, yaptığı besteleriyle her hafta iki gün padişahın huzurunda küme fasılları icra etmiştir. Ney çalan Dede Efendi (birbirine yakın tarihlerde) çok değer verdiği öğretmenini, annesini, iki oğlunu ve kızını yitirince inzivaya çekilmiş, kendisini musikiye adamıştır. Birbirinden değerli eserleri hala ruhumuza dokunan üstad 1846 yılında hacca giderken Mekke’de hayata gözlerini kapatmıştır.
Bu yazıda sadece iki şahsiyete yer verilmiş ise de, birçok musikişinas İstanbul’da doğmuş, doğum yeri başka bir yer olsa da İstanbul’da yaşamış ve eser vermiştir. Öyleyse; sanatçıların yaşamak için tercih ettiği ve sayısız eser ürettiği mekân olan İstanbul ilham verme özelliğine sahiptir demek çok da yanlış olmasa gerek.