Gerek iktidar partisinin gerekse muhalefetlerin yapmış olduğu konuşmaların başında, ortasında ama mutlaka bir yerinde Türkiye’nin dış borçlarından bir şekilde bahsedilir. Dış borç denince bizim aklımıza (biz’den kasıt, Türkiye ekonomisi ile sadece alış veriş bağlamında ilgilenen, halk anlaşılmalıdır) yıllarca, katlana katlana bu günlere kadar ta Osmanlı’dan kalma dış borç gelir.
Gazetelerin ekonomi sayfalarını çok iyi takip eden eşim, dış borcun çoğunun özel sektöre ait olduğunu söyleyip dururken rakamların pek farkında olmazdım ta ki bu gün Star gazetesinde Eser Karakaş’ın makalesini okuyana kadar. Damağım düştü desem yeridir. Buyrun sizin de düşsün:
“Türkiye’nin toplam dış borç stoku 228 milyar dolar civarında; dış borç stoku kamu kesimi dış borçlarından ve özel sektör dış borçlarından oluşuyor. Söz konusu dış borç stoku içinde kamunun dış borçları doksan milyar dolayında ve bu borç büyüklüğüne Merkez Bankası borçları da dahil. Kamu dış borçlarının temel özelliği çok büyük bir oranının, yaklaşık yüzde doksan beşinin uzun vadeli oluşu. Özel sektörün dış borcu ise 140 milyar dolar düzeyine yükselmiş bulunuyor. Özel sektör borç yükünün yüzde yirmi beşe çok yaklaşan bir bölümü ise kısa vadeli. Toplam 140 milyar dolarlık özel sektör dış borcunun yaklaşık 37 milyar doları kısa, 102 milyar doları ise uzun vadeli borç. Toplam 140 milyar dolar dolayındaki özel kesim dış borcunun yine yaklaşık elli milyar dolarlık bölümü bankaların ve diğer finansal kuruluşların dış borcu. Finansal olmayan kuruluşların yani diğer şirketlerin, holdinglerin vs. dış borcu ise doksan milyar dolar düzeyinde.”
Hükümetin geçen dört buçuk yıllık icraatında aslan payını büyük şirketlerin ve holdinglerin aldığını, karlarını %200-300 artırmalarından biliyoruz. Geçen dönemde yapılan bir çok reformun onların kasalarını (kese diyerek durumu mütavazi bir hale getirmeye lüzum yok) doldurmaya, “zenginler kulübü” üyelerini, dünyanın en zenginleri listelerinde her geçen yıl bir-iki basamak daha yukarı taşamaya yaradığını artık herkesin bir şekilde tahmin ettiğini/bildiğini sanıyorum.
Yeni hükümet bu dönem de biraz da halkın refahı için çalışmayı planlarker, TÜSİAD’ın anayasaya ve yeni hükümete koymaya çalıştığı bu köstekler de galiba geçen dönemki “gelirlerini” bu dönem yakalayamama korkusu olmalı. Neydi o keserin adı? Hani hep bana, hep bana olmayan, biraz sana, biraz bana çalışan? Her zaman unutmuşumdur. İnsafınız yeşersin! Gazelerde boy gösteren “cemiyet” hayatınızdan biraz başınızı kaldırında, üç-beş kuruşla geçinmeye çalışan, devlet okullarında 3 çocuk okutan, hayatında bırakın uçağı, hiç taksiye binmemiş, hala ankesörlü telefon kullanan insanlarını bir görün, lütfen.