Yıllar önceydi, bir eski bakan “ABD elçisi beni tehdit etti” diye açıklamada bulundu.
Bakan açıklamasında, “Tohum önemli bir konu. Sebze tohumlarının çoğunu maalesef hâlâ ithal ediyoruz. Bizim dönemimizde tohumla ilgili çalışma yapınca, Devlet Bahçeli’den bile destek alamadık. Destek alsaydık, o kanunları Bakanlar Kurulu’na getirirdik. O dönem yaptığımız çalışmalar nedeniyle, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, ‘Nasıl kendi tohum çalışmanızı yaparsınız? ABD’den buğday neden almıyorsunuz’ gibi ifadeler içeren mektuplar yazdı. O mektupları yırtıp attım. Ama hepsi bakanlık kayıtlarında mevcuttur” diyordu.
O gün bu sözler manşetlerde olmalıydı ama olmadı. Bir gazeteci olarak, sözün sahibi Anasol-M Hükümeti’nin Tarım ve Köy İşleri eski Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’e ulaşıp sormuştum, kırmayıp konuşmuştu.
Tabiri caizse Hüsnü Beye bir dokunup bin ah işittik. Özetle şöyle diyordu Bakan Gökalp:
“Dışarıdan gemi gemi tereyağı, yoğurt getirildi. Dışarıdan süt tozu getiriliyor. Buzağı yemi adıyla yurda sokuluyor, ancak bunlar süt tozu. Bunların hepsi sanayiye girmeye başlayınca doğal olarak sütün fiyatı düştü. Süt fiyatları düşünce, bütün düveler kesime gitti. Karınlarından danalar çıktı. Sığırlar, koyunlar kesime gitti. Bu süreci böyle hazırladılar. Dünyada bir kural vardır. ‘Süt işini halletmeden, et işini halledemezsiniz.’
Hibrit tohumlardan elde edilen tohumlar yeniden ekildiğinde çimlenme gerçekleşmiyor. Adam sizi bağımlı kılıp, sürekli tohum satacak…
1995 yılında Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması var. Bu anlaşmada yok yok. Mesela ‘1995-2004 yılları arasında Türkiye şu şu ürünleri üretse dahi ithal etmek zorunda, şu şu ürünleri ise ihraç edemez’ diyor. Bunlar o kadar çok ki! Buğdaydan su ürünlerine kadar yok yok. Bunu onlar yazmış bizim siyasetçiler de imzalamış. Bakan olduğumda, ‘burada yazanları ben üretiyorum, ihtiyacım yok. O halde niye ithal edeyim. Bunları da üretiyorum. O halde niye satmayayım’ dedim. Sorun çıktı. Ama yine dinlemedim yaptım.
Dünya Ticaret Örgütü de aynı Gümrük Birliği gibi. Benzerleri orada da çıktı. Ben onlarla da pazarlık yaptım.”
Bakan beye soruyoruz, “ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, ‘Nasıl kendi tohum çalışmanızı yaparsınız? ABD’den buğday neden almıyorsunuz?’ diye mektup gönderdi demişsiniz doğru mu bu?”
– Evet doğru.
– Ne zaman geldi bu mektup?
– Benim bu anlaşmalarla ilgili girişimlerimden sonra geldi. Galiba 2000 yılındaydı.
– Ne yazıyordu mektupta?
– ‘Bizden neden buğday almıyorsunuz? Sizin buğdayınız kalitesiz, bizim buğdayı alın ki Türk halkı kaliteli ekmek yesin’ gibi ifadelerdi?
– Siz ne yaptınız? Açıklamanızda diyorsunuz ki mektubu yırttım attım. Gerçekten yırttınız mı?
– Hayır, hayır, ne yırtması! O ‘mecazî’ idi. Yırttım attımdan kasıt, ciddiye almadım, önemsemedim idi. Resmi belge yırtılır mı?
– Peki, ne yaptınız?
– Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e gittim. Konuyu aktardım. Mektubun bir nüshasını verdim. Bir değerlendirme yaptık. İsmail Cem’e dedim ki: “Büyükelçi, benim muhatabım değil. Bu yazı bir devlet talebi ise doğru prosedür izlenmeli…”
– Biz bu mektubu Tarım Bakanlığı’na sorduk. “Bakanlığımız Genel Evrak ve Arşiv Şube Müdürlüğü kayıtlarında mektuba rastlanılmamıştır” dediler. Siz yırtmadım dediğinize göre nerede bu mektup?
– Tarım Bakanlığı, Dış İlişkiler Daire Başkanlığı’nın arşivine baksınlar. Mektup orada…
– Kuş gribi ve domuz gribi konusunda ne düşünüyorsunuz?
– Her ikisi de küresel ekonomik bir soygun. Tavukçuluk ve yem sektörü, CP Piliç’in eline geçti. Köyde 20-30 tavuğu olan insanın elinden bu tavuklar niçin alındı? Biri bunu izah etmek zorunda! Kuş gribi döneminde ‘astronot’ kıyafetleri giymiş insanlarla herkes korkutuldu. Hâlbuki çocuklar oralarda korunaksız geziyor, bir şey olmuyor, ama ekibe astronot kıyafeti giydirip korkutuyorlar. Yem ve anaçta bile dışarı bağımlı hâle geldik. Beni daha fazla konuşturmayın…
– Çözüm?
– Sorunları çözmek için paraya bile gerek yok. Aşk, beyin ve yürekle çözülür. Size bir örnek vereyim. Neden Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, İran gibi komşu ülkelerde kene vak’ası yok. Neden kene yüzünden bu ülkelerde kimse ölmüyor da bizde ölüyor?
– Peki, neden?
– Siz basın mensubusunuz lütfen araştırın. Neden bu ülkelerde kene ölümü yok da sadece bizde var. Bu tesadüfî midir?
Bakan böyle diyordu takdir sizin.
‘TÜRKİYE’Yİ MUZ CUMHURİYETİ YERİNE KOYDULAR’
Anasol-M hükümeti döneminin Tarım Bakanlığı Müsteşar Vekili Necdet Topçuoğlu’nun mülakatını okudunuz. Mülakattaki şu sözler çok mühim: “Hayvan ithalatını ve süt tozu ithalatını durdurduk. O zaman 19 bin ton et ithalatı, 80 bin ton şeker ithalatı öngörüyorlardı. ‘Bu rakamları bütçeye koyduk. Bizden bu ürünleri almak zorundasınız’ şeklinde dayatma yapmaya kalktılar. Ben bakanlıktan ayrıldıktan sonra Amerika’dan 19 bin ton et alındı ve silahlı kuvvetlere verildi. 80 bin ton şeker de maalesef ithal edildi.
Amerika’nın bize verdiği zararın haddi hesabı yok. Ben bununla ilgili yazı kaleme almıştım. Bakanlık müsteşarı Vedat Bey beni aradı. ‘Sayın müsteşarım! Bu konuları internete yazacağınıza gelin bize bildirin’ şeklinde bir ifadesi oldu. Ben de kamuoyunun bunları bilmesi gerektiğini kendisine söyledim.
Bakın, 90’lı yıllarda 275 bin hayvan ithal edildi. Fizyolojik bozukluklar nedeniyle ikinci sene bu hayvanlar telef oldu gitti. Hiçbirinden damızlık olarak istifade edilmedi. Daha sonraki yıllarda ise kasaplık hayvanlar damızlık olarak bize satıldı. Türkiye’yi muz cumhuriyeti yerine koydular.”
Mülakatta Türkiye’nin Ermenistan sınırında hayvancılık yapmak için yer istediği belirtilen RunAgra LLC firmasının izini sürdüğümüzde o yıllarda Ermenistan sınırına değil de Suriye sınırına yani Ceylanpınar’a çiftlik kurduğunu öğreniyoruz, kendi web sitesinden.
Şöyle diyorlar:
RunAgra LLC şu anda ABD sığırının Türkiye’ye tek ihracatçısı. Şirketimiz yaklaşık bir asırdır ABD sığır ırklarına kapalı olan Türkiye hayvan pazarına başarıyla girmiştir. 1993’ten beri Türkiye’de aktif olan RunAgra LLC, aşağıdakileri gerçekleştirmek için hem kamu, hem de özel sektör kuruluşlarıyla çalıştı.
Şirketimiz 2000 yılında ABD Tarım Sektörü Kalite Örnekleri Programı (USDA / QSP) kapsamında özel bir Türk şirketine (Yaşar Holding), üç tür ABD sığır ırkından (Angus, Hereford ve Charolais) dokuz tescilli düve ve bir adet boğa gönderdi.”
Firma sitesine koyduğu açıklamasında, 1992 yılından sonra Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve özel şirketlere sığır, damızlık, sığır gönderimi, hayvancılık iş planı, teknoloji transferi yaptığını söylüyor. RunAgra yetkililerinden (Joe Lukitsch, Jack Runyan, Stan Warner, Larry Grimes, Robert Ruehlow) oluşan ekibin Ceylanpınar tesislerindeki görüntüsü ile Yaşar Holding Başkan Yardımcısı Olgun Erguz ve Jack Runyan buluşmasının resmini koymuşlar.
Bir başka ilginç resim ise RunAgra’nın Türkiye’deki ABD Sığır Irkları projesini destekledikleri için düzenlenen ödül törenine ait. Karede dönemin ABD Büyükelçisi Mark Parris, RunAgra’nın patronlarından Jack Runyan ve dönemin Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp yer alıyor.
ABDULLAH GÜL’E SUÂL: MÜSTEŞARI ABD Mİ ATADI?
AK Parti 2002 seçimlerini kazanmış ve tek başına iktidar olmuştu. Şiir okuduğu için milletvekili olması engellenen Erdoğan’ın yerine Abdullah Gül başbakan koltuğuna oturmuştu. Tarım Bakanlığı’na ise Sami Güçlü getirilmişti. Güçlü, bir gece 5 kişilik özel bir ekiple istişare yapar ve kimin müsteşar olacağına karar verilir.
Güçlü, kararını başbakan Abdullah Gül’e iletmeye hazırlanırken yani istişare biter bitmez Başbakan Gül, Bakan Güçlü’yü arayıp, -yaşlı- x’in Tarım Bakanı müsteşarı olarak atanması için kararnameyi göndermesini ister. Güçlü, farklı bir isim telaffuz etse de Gül kararını vermiştir ve müzakereye kapalıdır. Gül’ün istediği kişi, Tarım Bakanlığı müsteşarlığına getirilir.
‘Bunda ne var’ denilebilir. Bir bakan kendi çalışacağı müsteşarı kendisi belirlemek ister ve bu en tabii hakkıdır. Daha da önemlisi tepeden gönderilen ve Bakan’ın “Sayın Başbakanım biz falan arkadaşı düşünmüştük” demesine rağmen “hayır bu olacak” diye ısrarın ardında önemli bir nokta vardır ve x’in atanması arzusunun ABD’den geldiği iddiasıdır ki, bu çok mühimdir. Atanan kişinin, ABD ve DTÖ ile sıkı fıkı ilişkileri ilgililerce bilinmektedir. Gül’ün belki bu konuda söyleyecekleri vardır. Varsa bekleriz…
KÖLELİK ANLAŞMALARI
ABD yetiştirdiği Kasım Gülek’i bir mektupla birlikte Mustafa Kemal’e göndermişti. Bu hatırlı mektup sonrasında Gülek, Türk siyaset tarihine çok sert bir dalış yapar. 1940’lardaki Rockefeller’e ait genetiği ile oynanmış tohumları gayri meşru yollarla Türkiye’ye getirip, Çukurova’da ektirir. Bu süreçten sonra ABD ile Türkiye arasındaki özellikle ziraat, eğitim, iktisat ve kalkınma alanındaki kölelik anlaşmalarında en güçlü rolü oynar.
Süt tozu, margarin şeklindeki Türkiye’ye sözde yardımlarda da önemli bir görev üstlenir. Kölelik anlaşmalarının ilki, savunma alanında 23 Şubat 1945’de imzalanır. Bu anlaşmanın en önemli maddesi, her şeyi ABD Başkanının insafına şöyle bırakır: “ABD Hükümeti, TC Hükümetine, ABD Başkanının devir veya tedarikine yetki vereceği savunma maddelerini, savunma hizmetlerini ve savunma bilgilerini vermeye devam edecektir.”
ABD’nin bu köleleştirici cömertliği karşılığında ise minicik bir isteği vardır ve Türkiye yani CHP/İnönü’de bunu kabul eder: “T.C. Hükümeti, sağlayabilmek vazifesinde bulunduğu ve müsaade edebileceği maddeleri, hizmetleri, kolaylıkları veya bilgileri ABD’ye temin edecektir.”
FETÖ’nün siyasi babası mason Gülek, Menderes’le arası çok kötü olduğu halde Menderes’in Ziraat Bakanı Bahri Dağdaş’ı sürekli gazlar ve kölelik anlaşmalarının yenilerinin eklenmesini sağlatır.
Bu zincir anlaşmaları, Gerçek Hayat olarak masaya yatıracağız. Şimdilik birkaç örnekle yetinelim.
21 Şubat 1963’de iktidarda İnönü başkanlığındaki CHP var. ABD, Türkiye’den ABD’ye 10 bin tondan fazla zeytinyağı satmamasını, satması durumunda ise Türkiye kendi kaynaklarından karşılamak üzere margarin almasını, ABD’nin düşmanlarına yılda 850 tondan fazla zeytinyağı satamayacağını, Türkiye’nin ABD’den almayı taahhüt ettiği buğdayı başka bir ülkeye satmamasını, dönemin Tarım Bakanı Muhlis Ete’ye hitaben yazılan bir nota iletir. Notanın altında, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Raymond A. Hare’nin imzası vardır.
Bu notaya cevap veren İnönü’nün bakanı Muhlis Mete şöyle diyordu cevabi mektubunda: T.C. Hükümetinin yukarıdaki hususlar üzerinde mutabık olduğunu bildirmekten şeref duyarım. Ekselanslarından en derin saygılarımın kabulünü rica ederim. Muhlis Ete”
Tehditten “şeref” duyan bakan, muhatabı ise bir büyükelçi.
Henüz yeteri güce erişip tam bağımsız bir ülke olamasak da, özellikle savunma sahasında hayli yol aldık elhamdülillah! Ancak aynını ziraat, tohum, hayvancılık, ilaç, aşı ve çevre konularında söylemek güç. O günleri de görmek inşaallah nasip olur!