Ona göre çiçek, pembe güldü. Gülün yanına gittiğinde, “Bir kez daha baş başayız.” Derdi. Pembe gülle hayallere dalıyor, şairin dediği gibi “Koklamaya kıyamam” ifadesi dökülüyordu ağzından.
Zamanında suyunu ve gübresini verir, sararan yapraklarını koparırdı. Söktüğü köklemelerle sürekli sayısını artırır, çimenin iki yanını gül tarlası hâline getirmişti. Pembe gül kardeşim için, yaşamı sevgiyle karşılamak, mutlu olmak ve güven duymaktı. Çünkü bu değerler karşılıksız sevgiyle büyütülüyordu.
Tomurcuk hâlinden iyice açana kadar çiçeği takip ederdi. Güllerden birinin dalı kırılmıştı da kardeşim bize yapmadığını bırakmamıştı.
Pembe gülün katmerli çiçeği görenleri kendisine bağlıyordu. Kardeşim sevgi bahçesi diyordu. Sevgi bahçesinin pembe güllerini gözü gibi kollardı. En güzel pembe gülü ağabeyim koparmak istedi. Kardeşim koparılmasını istemezdi fakat niçin kopardığını sordu. Ağabeyim, birine vereceğim dedi.
Kardeşim bana baktı, güldü ve işaret etti. Anlarsın ya der gibi tekrar güldü. Sana çiçeği hazırlayayım dedi. Katmerli en güzel iki çiçeği dalından kesti ve paket gibi hazırladı. Kardeşimin davranışına bir mana veremedim. İki çiçeği de kesti ve paket yaptı. Ağabeyime hangi çiçeği kestiğini gösterdi. “Yalnız bu güllerde bazen böcek oluyor.” Dedi.
Ağabeyimin ağzı kulaklarındaydı. Çiçeklere çok sevindi. Pembe gülleri yavuklusuna götürecekti. Çünkü yarın görevi başlıyordu. Daha önce yarıya solmuş çiçekleri vermişti. Şimdi ise iki güzel çiçeği nasıl vermişti bir mana verememiştim, kardeşimin bu hareketine. Bana doğru yaklaştı ve “Bir daha götürmeyecek.” Dedi.
Ağabeyim çiçek demetiyle gitti. Neşesi yerindeydi. Bize tekrar tekrar el salladı. Ayağı yere değmeden adeta uçtu. Kardeşime çiçekleri okul müdürüne vermeyecek herhâlde. Kardeşim sevgi adına uçuyor dedi. Fazla konuşmadı, bakışından bir hinlik yaptığını anladım.
Akşam ağabeyim geldiğinde yüzü gülmüyordu. Neşeli giden somurtarak gelir mi? Odasına çıktı, duygularını kâğıda dökmeye başladı. Belli ki zılgıt yemişti. Kapana düşmüş tavşan gibi sıkıntısını gidermeye çalışıyordu. Çırpındıkça da batıyordu.
Ağabeyim bize gözün üzerinde kaşın var demezdi.
Mektubu amacına ulaştığını bilemiyorum ama neşeli değildi. Karamsar olmasa da dalıp gidiyordu. Böyle bir havada görev yerine gitti.
Kardeşime, ağabeyimin güllerden sonra keyfi kaçtı. Dedim ve nedeni ne olabilir acaba dedim. Kardeşim kızardı. Bu kadar tepki vereceğini düşünemedim, dedi. Peki çiçekler için neden bu kadar tepki verdiğini sordum.
Kardeşim güldü, koluma tuttu. Ağabeyimin kulağı çok çınlayacak dedi. Yaptığı kendine göre şakayı anlattı. Gülmekten, konuşmasının sonunu getiremedim. Şöyle ki, çiçeğin her yaprağının arasına bir tane böcek yerleştirmiş. Böcekler bal özünü alacak ve korunacak. Belki bir gece uyuyacak. Kardeşime peki ağabeyim neden böceği sormadı. Kardeşim; “Bahşiş atın dişine bakılmaz.” Dedi. Kardeşime yaptığın tam bir eşek şakası dedim.
Pembe gülü yavuklusuna verince, eve götürüp koklamasıyla böcekler dışarı dökülecek. Eğer böcekten korkuyorsa seyret pantomimi. Bu durumda çiçekler yere çalınır, ağzını bozar. Ondan sonra da mektup bir süre işe yaramaz.
Ağabeyimin derdi büyük dedi. Fakat ağabeyime gülde böcek olabilir demişti.
Bir gül hikâyesi de ağabeyim için, böyle tatsızlıkla sonuçlanırken, kardeşimle olayı babama anlattığımızda çok gülmüştük.
Babam, bir daha pembe gül mü? Asla der.
Kardeşim de “Pembe güller de dalında güzelliğiyle kalır.” Dedi.
Hasan TANRIVERDİ