Türkiye İttifakı adıyla ortaya atılan yeni söylemin iki amaca yönelik olduğunu düşünüyorum:
1) 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinden sonra hızla inişe geçen ve dağılma belirtileri gösteren Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin ve iktidarının (tabi ki Cumhur İttifakının da) çözülmesini önlemek ya da hiç olmazsa bu süreci geciktirerek mevcut iktidarın ömrünü biraz daha uzatmak.
2) Kemal KILIÇDAROĞLU’nun öncülüğündeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin; tüm hukuksuzluklara, kuşatılmışlıklara ve hatta çok yönlü sataşma ve saldırılara rağmen sabırla, sağduyu ile ve bin bir emekle oluşturduğu Demokrasi Platformu’nu zayıflatmak, başarısız kılmak ve parçalamak.
Bu nedenle Türkiye İttifakının; ciddi güç kaybına uğrayan ve sona doğru yaklaşmakta olan mevcut iktidarın son hamleleri olduğu ve sadece bir söylemden, kurgudan ibaret olan, samimiyetten yoksun, tabansız, temelsiz bu girişimin karşılık bulmayacağı kanısındayım. Neden mi?
Türkiye İttifakının gündeme geldiği, getirildiği günlerde, bir televizyon kanalında, “CHP, Türkiye İttifakı’na girer mi?” konusu tartışılıyor.
O CHP’ nin genel başkanı, kısa bir süre önce ciddi bir “linç girişim”ne maruz kalıyor. Bu olay karşısında, Türkiye İttifakını gündeme getiren Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, telefonla dahi “Geçmiş olsun.” deme gereği duymuyor.
Yine Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN; İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini kazanan CHP adayı Ekrem İMAMOĞLU’ nun, bir cenaze ortamında bile elini sıkma gereği duymuyor.
Üstelik aynı günlerde, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; “Kızgın demiri soğutalım, kucaklaşalım.” mealinde konuşmalar yapıyor.
İyi ama toplumun neredeyse yarısına ve siyasal alandaki temsilcilerine karşı bu dışlayıcı, ayrımcı tutum ve sert söylemler devam ederken; “Kızgın demir nasıl soğutulacak, toplumun bütünüyle kucaklaşama nasıl olacak!”
İşte böyle bir siyasi ve toplumsal ortamda, 4 Mayıs 2019 Cumartesi gününe girilirken, bir televizyon kanalında; Türkiye İttifakı’na “CHP girmeli mi?” konusu tartışılıyor; ciddiyetle, samimiyetle ve hararetle!
Memleket manyaklaştı mı, ne!
Günümüzde en gelişmiş toplumlarda ve hatta Afrika’da kabile yaşamını sürdürmekte olan ilkel topluluklarda bile bir hak, ahlak, vicdan, adalet anlayışı ve bu değerleri korumak amacıyla oluşturulmuş, kurumlaşmış hukuk düzeni vardır. Bu hukuk düzeninin temel amacı ve varlık nedeni; yolsuzlukları, hırsızlıkları, adaletsizlikleri ortaya çıkarmak, kamu düzenini sağlamak ve bireylerin haklarını korumaktır.
Ama bizim ülkemizde hukuk düzeni de bağımsız mahkemelerin verdikleri kararlar da bir tuhaf oldu son yıllarda. Ne yazık ki ülkemizde bazı mahkeme kararları; yolsuzlukların, hırsızlıkların, usulsüzlüklerin araştırılmasını, açığa çıkmasını önleyici ve adeta bu haksızlıkları, adaletsizlikleri koruyucu yöndedir. İşte iki örnek:
1) 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sonucunda, bazı belediye başkanlıklarını muhalefet partilerinin adayları kazanınca, önceki başkanların uygulamalarının araştırılmasını önlemeye yönelik ilginç mahkeme kararları verilmeye başlandı. Örneğin İstanbul Belediyesinin vakıf, dernek, cemaat gibi kuruluşlara ne kadar para aktardığının öğrenilmesini önlemek amacıyla; bu konulardaki bilgilere, para hareketlerine mahkeme kararı ile erişim yasağı getirildi. Oysa tam tersi olması gerekirdi. Halkın vergileriyle oluşan belediye kaynaklarının yine halka hizmet amacıyla kullanılması yerine, bu amacın dışına çıkılarak ve usulsüz olarak başka kuruluşlara aktarılmasının idari ve yargı denetimine açık olması gerekirdi. Öyle ki bu denetim; hukuk devleti olmanın ve şeffaflığın zorunlu ve kaçınılmaz bir gereğidir.
2) Siyasi konular, polemikler, kamusal alandaki iş ve işlemler ve usulsüzlükler bir yana; bireylerin yaşamları, özel alanları, ilişkileri, yaşadıkları sorunlar vb. konularda bile yine ilginç yargı kararları verilmekte. İşte bir örnek: Aylar önce Giresun’un Eynesil İlçesinde 11 yaşında bir kız ölüyor. Bu ölüm şüpheli bulunuyor, bir trafik kazası sonucunda öldüğü olasılığı üzerinde duruluyor. Ama muhtemelen bazı siyasetçilerin müdahalesi sonucunda, bu olayın bir “kaza” değil “intihar” olduğu üzerinde de duruluyor ve dikkatler bu yöne çekiliyor. Kızı ölen baba ise bu duruma şiddetle itiraz ediyor; kızının bu şekilde intihar etmesinin imkansız olduğunu, kanıtların ve bulguların da bu yönde olduğunu iddia ediyor. Sonra ne oluyor, biliyor musunuz? Önce, baba; “akıl sağlığı yerinde değil” denilerek ve hakkında böyle bir rapor düzenlenerek bir sağlık kuruluşuna kapatılmaya çalışılıyor. Sonra, bu ölüm olayı ile ilgili “yayın yasağı” geliyor, mahkeme kararıyla.
Hem siyasi konularda ve kamusal alanlardaki iş ve işlemlerde ve hemde bireylerin özel alanlarıyla ilgili sorunlarda; böyle akla aykırı ve tuhaf mahkeme kararları verilmekte, bizim ülkemizde, son yıllarda.
Memleket, memleket olmaktan çıktı; bir tuhaf oldu!
Ama yine de umutsuz olmayın.
Bu ülke bizim, her şey bu ülke için.