Darüşşafaka’da okuyan bir kız çocuğu, batıda tıp okuyup Alman vatandaşı olmak istediğini söyledi canlı yayında. Çok acıtan bir gerçek bu, yani bizim eğitim gerçeğimiz!
Öte yandan TÜİK’in son verilerine göre, 4 milyon 668 bin kişi (yüzde 14.7) iş arıyor.
Facia bir: Raporu okuduğunuzda, çalışanların yüzde 33’ünün sigortasız çalıştırıldığı iddia ediliyor. Üç kişiden biri sigortasız çalışıyor ise, siz gerçek işsizliği nasıl ölçebilirsiniz o da ayrı bir bahis…
Facia iki: Ülkede çalışabilecek nüfus 61 milyon iken, bunun sadece 27.2 milyonu çalışıyor, 4.6 milyon ise iş arıyormuş.
Facia üç: 2018-2019’a geçerken erkek istihdamı 1 milyon azalırken, kadın istihdamı aynı kalmış. İşsiz ev reisi erkek, çalışan anne modeli!
Facia dört: Tarım ülkesi Türkiye’nin tarım işçisi sadece 4.6 milyon kişiymiş. Yani işsizlerle aynı sayıda. Ziraat istihdamında ise son bir yılda 3 yüz bin kişi azalmış. Yani işsiz milyonlar, bomboş araziler, fahiş gıda fiyatları… Gelin de çıkın bu işin içinden.
Facia beş: Çoğu çalışabilecek durumda olduğu hâlde çalışmayanların sayısı -ki muhtemelen bunların ezici çoğunluğu emekli- 29 milyon kişi.
Facia altı: 29 milyon çalışmayana ek olarak, aileler ve devletin beslediği talebe sayısı ise 24 milyon kişi.
TÜİK’in anlaşılmaz kıldığı verileri bir kez daha netleştirelim…
82 milyon ülkenin üçte biri talebe, üçte biri emekli, yüzde 5’i (4.6 milyon) iş arıyor.
TÜİK’in iddiasına göre, iş arayanların yüzde 12.5’i okuma yazma bilmiyor.
Türkiye’de okuma yazma bilmeyenlerin nisbeti yüzde 3,5 yani 2,5 milyon kişiymiş. İlk mektebi bitiren yüzde 38, ortayı bitiren yüzde 13, lise ve dengi mektep mezunu yüzde 29, yüksek ve sonrası ise yüzde 16.5
Okuma yazma bilmeyenlerin çoğu doğuda, kadın ve yaşlılardan oluşuyor. Bu durumda iş arayanların yüzde 14,7 yani 800 bini nasıl olur da okuma yazma bilmeyenlerden oluşur? Bu da başka bir çelişki… TÜİK bunu da izaha mecbur.
Lise ve altı işsizlerin nisbeti yüzde 14.6, lise mezunlarının 32.2, yüksek eğitim görenlerin ise 13.9
Kafanız karıştı değil mi? Bir de TÜİK’in raporlarını okusanız anlamak için günlerinizi vermeniz gerekir. ‘Anlaşılsın’ diye değil, ‘anlaşılmasın’ diye yazılıyor sanki.
Türkiye’de diplomalı işsizlerin nisbeti yüzde 61. Bu da bize diplomanın işe yaramadığını gösteriyor.
28 ŞUBATIN TUZAĞI DEVAM EDİYOR
28 Şubatçılar İmam Hatiplerin önünü kesmek için “kesintisiz 8 yıl” adlı bir süreç başlatmıştı. Bu projeyle, İHL’lerin orta kısımlarını kapatmışlardı. Yine İHL’lerin önünü kesmek için katsayı zulmü devreye sokulmuş ve bundan meslek liseleri de etkilenmişti.
Artık katsayı zulmü yok, ama kesintisiz eğitim 12 hatta 13 yıl olarak sürüyor.
Bu ise Türkiye’nin önündeki en büyük dağ ya da felaket!
Şöyle ki,
İnsanlar köyden ve topraktan koparılıp, varoşlara dolduruldu.
Toprak sahipsiz kaldı ve mümbit araziler boş yatıyor. ‘Destekleme’ adı altında bir yandan devlet soyduruldu, diğer yandan da millet harama alıştırıldı.
Hayvancılık, özellikle de küçükbaş hayvancılık öldü. Birkaç ay önce Tekirdağ’da hayvancılık yapan bir ailenin trajedisi yer aldı CNN Türk’te. Binden fazla hayvanı olan bir ailenin reisi, biri 40 yaşına gelmiş 3 oğluna evlenecek kız bulamadığı için hayvancılığı bırakıp şehre göçmeye niyetlendiklerini söyledi. Kimse çiftçi ya da hayvancılık yapanlara kız vermiyormuş. Bu yüzden hayvan sayısının yüze kadar düştüğünü anlattı.
Meslekler öldü ve önümüzdeki yirmi yılda berber, terzi, muslukçu, boyacı bile kalmayacak. Sadece berber mi, tüm meslekler ölecek.
Geçen hafta aracımı periyodik bakıma götürdüm. İşletme sahibi inanılmaz dertliydi. “Hem işsizlik var diyorlar, hem de çalışacak adam yok. Zira iş arayanlar meslek erbabı değil, hatta çırak bile değil. Yabancılar olmasa işimizi yapamayacağız. Diplomalı cahil doldu memleket. Herkes masa başında çok paralı iş arıyor” diye uzayıp giden şikâyetlerde bulundu. Sadece o olsa iyi, hangi sanayiciye sorsanız bu bahiste bin ah işitiyorsunuz.
‘NEREDE OKUDUN’ KASTI
Bir de nerede okudunuz kastı var ki, nitelikli insanlar için kâbus mu kâbus. Batı ülkelerinde üniversite, yüksek lisans veya doktora yapmışsanız, birinci sınıf vatandaşsınız. Türkiye’de birkaç meşhur üniversiteden mezunsanız ikinci sınıf, diğerleri ise 3 veya 4. sınıf…
Yüksek lisans ve doktoranız varsa, sınıf atlarsınız yoksa allameyi cihan olsanız kâr etmez. Batıda veya doğuda formatlanmışsınız, değerlerinize yabancılaştırılmışsınız, ülkeniz ve kültürünüzü küçümsemişsiniz kimsenin umurunda değil. Şahsiyetiniz ve kâbiliyetiniz değil, diplomanızdır esas olan.
Rockefeller’den nefret edebilirsiniz ama onun Harvard veya Colombia’sından mezunsanız yarı tanrı sayılırsınız. Yalan mı, bakın çevrenize bakayım size böyle davranmıyorlar mı?
ÇARE Mİ?
Yandık, bittik, kül mü olduk? Yok mu bu işin bir çaresi? Var elbette.
Biz inandıklarımızı yazalım da, ister ciddiye alınsın, isterse de alınmasın. Ama unutmayın ki, bugün olmazsa 10 veya 20 yıl sonra pişman ola ola bu sözlerimize dönecek bu ülke!
Herkes okuyamaz, okumamalı da! Bu nedenle ilkokul mecburi, sonrası ihtiyârî olmalı. Sadece istidadı olanlar orta, lise veya yükseğe gönderilmeli. Düz liseler yok edilmeli.
Tıp ve mühendislik yerine sosyal bilimlere kıymet verilmeli.
Yurtdışı eğitimi sadece eksik teknik alanlarla sınırlandırılmalı.
Kıra/köye dönüş, toprakla barış teşvik edilmeli.
Çıraklık belgesi ortaokul, kalfalık belgesi ise lise mezunu sayılmalı.
İlk mektepten sonra 6-7 yıl zirâatla meşgul olan gence ‘zirâat lisesi diploması’ verilmeli.
İki veya üç yıl üst üste toprağını ekmeyenin toprağının kullanım hakkı, ekmeye karar verene dek devlete geçmeli. Devlet ekmek isteyene tahsis etmeli. Eken de, toprağın gerçek sahibine icar / kira ödemeli.
Münavebeli ekim zorunlu olmalı. Mera hayvancılığı teşvik edilmeli. Tavukçulukla ilgili dayatmaya son verilmeli.
Teşvik, üretimin neticesine göre verilmeli, yalan beyana ağır müeyyide uygulanmalı.
Zirâat kredileri sadece ve sadece toprağı işleme ve hayvan yetiştirme amaçlı ve faizsiz olmalı. Amacı dışında kullanıma hapis getirilmeli.
Büyükşehir kanununun kapsamı eski hâle dönmeli. En azından mahalleye çevrilen köyler pek çok zaruretten muaf edilmeli.
Köyde yaşayandan daha az vergi alınmalı.
Devlet her ziraî mahsule alım garantisi vermeli.
Zorunlu emekliliğin, köylülüğü / çiftçiliği ve üretimi yok ettiği unutulmamalı.
Artık bilgi her yerde ve kolay. O hâlde esas olanın diploma değil; kâbiliyet, istîdat, beceri olduğu görülmeli ve sistem buna göre kurulmalı.
Tarım Bakanlığı’nın toprağı bozan, suyu kirleten, verimi düşüren, besin değerini yok eden kimyevi zirâat yerine, yeni teknik alet edevatla güçlendirilmiş kadim zirâat usullerine dönmesi sağlanmalı.
Aksi durumda patinaj yapar dururuz. Zira bu çırpınışın sonu batıştır. Toprak, insanı aç koymaz. Toprak, insanı sıhhatli kılar. Meslek ve ahlâk insanı zengin eder. ‘Bir kamyon buğdaya bir bilgisayar’ edebiyatı bizi batırdı. Hem füze yapar, hem de buğday yetiştiririz. Buğdayı olmayan füze de yapamaz.
Sadece füzesi olan mı, buğdayı olup füze almak için çabalayan mı, yoksa hem buğday yetiştirip, hem de füze yapan mı, İstanbul’u ve gönülleri fetheder?
Böyle yaparsak ne olur, işsiz tek bir kul kalmaz. Toplumun sıhhati önemli ölçüde geri gelir. Kısırlık azalır, nüfus artar. Cari açık yok olur. SGK’nın hazineye yükü sıfırlanır. Zengin ve müreffeh bir topluma dönüşürüz.