“Yılan hikayesine döndü.” denir. Sonlanmayan şeyler için kullanılan bir deyimdir ve uzayıp giden yılan hikayeleri vardır.
Yoksul bir adamın biri dağda ağaç keserek hayatını devam ettirmektedir ve bu yoksul adamın birde oğlu varmış ama hayırsız mı hayırsızmış. Bir gün adam ağaç kesmek için ormana gider ve ağaç keserken orada bir yılanla karşılaşır. Yılan ona der ki, korkma “ben dostum”diye adamla konuşurmuş ve ardından adama bir altın lira bırakır deliğine girermiş . Adam o altınları alır ve evine yol alırmış. Bir gün durumu oğluna anlatmış. Adam gün gelmiş rahatsızlanmış ve ayağa kalkamaz olmuş. Oğlunu yanına çağırmış. oğluna”Ormanda bir kuyu var.” demiş ve kuyunun yerini tarif etmiş. Ve anlatmaya devam etmiş. “Oraya git orada karşına bir yılan çıkacak.” demiş. “Sakın korkma o yılan dosttur, yere bir altın lira bırakacak, onu alır gelirsin.” demiş. Çocuk yola koyulmuş ve yılanın kuyusuna gelmiş.
Yılan cıkmış ve yere bir altın lira bırakmış. Çocuğun aklından hemen şeytanlık geçmiş ve “yılanı öldürürsem kuyudaki bütün altınlar benim olur .”deyip yerden bir altın lira alır ve yılana atar yılanın kuyruğu kopar. Yılan o acıyla çocuğu sokar ve çocuk ölür. Aradan zaman geçer ve adam tekrar yılanın kuyusuna gider. Adam aslında bilgeymiş. Yılana der ki “Yılan kardeş bizim oğlan bir densizlik yaptı ve cezasını buldu, biz dosttuk ve dost kalabiliriz.” Yılan adama dönerek demiş ki “Yok yok bende bu kuyruk acısı sende de bu evlat acısı olduğu sürece biz hiç dost olamayız.” demiş.
Bir başka Yılan hikayesi
Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir türlü bir çocuk sahibi olamamışlar. Bir gün yaşlı, uzun sakalları olan beyaz bir adam saraya konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş. Yemekten sonra sakallı ihtiyar
“Galiba sizin meyveniz yok” demiş.
Padişah hemen atılmış,
“Her meyveden var, ne istersiniz?” demiş.
“Yok,” demiş ihtiyar, “onu söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum.”
Padişahla karısının gözleri dolmuş,”Çok istedik, ama olmadı” demişler.
“Peki” demiş ihtiyar, “ben size bir yol göstereceğim, dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur. Ülkenin en ucundaki dağın tepesinde bir pınar var. Baharın yaza bağlandığı gece, tam sabah olurken, mehtap batmadan, güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, ‘hayırlısı neyse olsun’ deyip birbirinize kavuşacaksınız.”
Yaşlı adam bunları söyledikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş. Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar. Dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler. Padişahın karısı,
“Allah’ım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver” demiş.
O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş. Doğum vakti gelmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş, ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş. Kentte babasıyla ve üvey annesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış. Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş. Bunu duyan kötü kalpli üvey anne, saraya gidip
“Benim bir üvey kızım var. Sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur” demiş.
Bunun üzerine saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar. Kız başına ne geleceğini anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş:
“Anneciğim ben ne yapacağım, hiç bir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar. Benim de kellemi kesecekler.”
Tam o sırada ak sakallı bir ihtiyar çıkmış ortaya, mezarın yanı başında,
“Ağlama kızım” demiş, “ben sana ne yapacağını anlatacağım, dediklerimi yaparsan, kelleni kurtarırsın.” Sonra kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış. “Sultan benim dediklerimi tutmadı, hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan süt isteyeceksin, sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak.”
Kız saraya gitmiş, ihtiyarın dediklerini yapmış. Gerçekten de sultan, kocaman, kara bir yılan doğurmuş. Hemen padişaha haber vermişler. Sultan hanım ağlamış,
“Ne yapacağız” diye bir zaman çırpınmışlar, sonunda “Yılan mılan, evlat evlattır,” deyip yılanı kimseye göstermeden sarayın arka odalarından birine yerleştirmişler. Ülkede padişahın bir evladı oldu diye şenlikler yaptırmışlar. Aradan yıllar geçmiş, arka odada bırakılan kara yılan büyümüş, bir gün padişah babasına haber göndermiş,
“Ben artık evlenmek istiyorum” demiş. Padişah, ne yapsın, bir tanecik evladı. Vezirlerden birinin kızını oğluna istemiş. Düğün yapılmış, gelini gerdeğe sokmuşlar, ertesi sabah kapıyı açmışlar ki, kızın cesedi bir köşede yatıyor. Yılan kızı sokup öldürmüş. Başka bir vezirin kızıyla evlendirmişler. Yılan onu da sokup öldürmüş. Saraydaki kızlar birer birer öldükten sonra, halktan kızlarla evlendirmeye başlamışlar. Yılan prens, o kızları da öldürmüş. Genç kızlar saraya gelin gidip birer birer ölüyormuş. Halk, prensin yılan olduğunu bilmiyormuş, ama prensle evlenen kızların öldüğü memlekette yayılmış, herkes kızını memleketten kaçırmaya çalışıyormuş. Bir gün yılanı doğurtan ebe kızın , saraya gitmiş,
“Benim çok güzel bir kızım var, sultanı da zaten o doğurtmuştu, prensin dilinden o anlar, onunla evlendirin prensi” demiş.
Hemen kadının evine adamlar gönderilmiş, kız babasından istenmiş. Adamcağız ne yapsın, padişaha hayır diyecek hali yok ya, kızını vermiş. Bunu duyan kız öleceğini anlamış, hemen annesinin mezarına koşmuş yeniden.
“Anneciğim beni prensle evlendirecekler ama prens bir yılan. Beni de öteki kızlar gibi sokup öldürecek, genç yaşımda öleceğim” demiş.
Kız annesinin mezarı başında ağlarken, beyaz sakallı ihtiyar görünmüş yeniden.
“Ağlama” demiş, “yılan kılığındaki prens aslında çok yakışıklı bir delikanlıdır. Dediğimi yaparsan insan haline döner, çok mutlu bir hayat sürersiniz.”
“Ne yapacağım?” diye sormuş kız. İhtiyar da anlatmış.
“Seni gerdeğe sokacakları zaman, üstüne kırk gömlek giyeceksin. Sen odaya girince yılan sana ‘soyun’ diyecek, sen bir gömleğini çıkart, sonra sen de ona ‘sen de soyun bakalım yılan bey’ de, o da derilerinden birini çıkartacak. Sonra sana yeniden, ‘soyun’ diyecek, sen gene ikinci gömleğini çıkarttıktan sonra ona ‘sen de soyun yılan bey’ diyeceksin. Böyle böyle kırk derisini de çıkarttıracaksın. Kırkıncı derisini çıkarttıktan sonra yakışıklı bir delikanlıya dönecek. Ama sakın ola ki, o bütün derilerini çıkartmadan sen soyunup kalma. O derilerini çıkartmadan soyunursan, seni çıplak görürse sokup öldürür.”
Kız hazırlanmış, alıp saraya götürmüşler, düğün olmuş. Sonra kıza gerdeğe gireceksin demişler. Kız da ihtiyar adamın dediği gibi kırk gömlek giymiş üstüne. Her şey ihtiyarın dediği gibi olmuş, bir kız çıkartmış gömleğini, bir yılan çıkarmış derisini, birlikte soyunmuşlar, sonunda kırkıncı deriden de sonra yılan çok yakışıklı bir delikanlı olmuş, ikisi yıllarca mutlu yaşamışlar…