Devletlerin terör ve terörizmin anlamında bir mutabakata vardıklarını söyleyemesek de, teröre maruz kalan çoğunlukların bu cevap konusunda ortak bir kabule vardıklarını biliyoruz.
Doğrusu hâkim güçler kendi ihtiyaç ve menfaatlerine göre terör (örgütü) belirleyince ortaya sağlıklı bir sonucun çıkması beklenemez. A devletinin teröristi B devleti için özgürlük savaşçısı ya da “müttefik unsur” olabiliyor. Filistin, Mısır, Suriye gibi ülkeler üzerinde emelleri olan ülkelerin terörist kategorisinde bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Dünya devletlerinin pek çok konuda yaptıkları “üçkâğıt” bu konuda da ayan beyan ortada duruyor.
Batı menşeli olan “terör/terörizm” sözcüğünün tedavüle sokulduğu ilk dönemlerde terörizmin olumlu anlamda kullanıldığını görüyoruz. Fransız Devrimi sürecinde olumlanan “terörizm” Fransız Devleti tarafından şiddete başvuran Jakobenler ve diğer eylemciler için adeta kutsanarak kullanılıyordu. Birkaç yıl sonra olumsuzlanan terörizm artık kriminal manasıyla anılmaya başlamıştır.
Coğrafyamızdaki terör örgütlerinin çıkış nedenleri az çok aynıdır. Dini saiklerle beslense de geri kalmışlık, fakirlik, zulüm terörün önemli sebeplerindendir. Ancak kabul edelim ki terör örgütleri en çok dini duyguları istismar ederek toplumda güç devşirmişledir. Çünkü bütün dinlerde inananlar için “Allah rızası, Allah yolunda savaş” son derece değerlidir. Kaldı ki yeryüzünde ezilen, mağdur olan ve aynı zamanda dini bilgiden yoksun ya da yanlış ve eksik dini bilgiye sahip insanları Allah ile aldatmak daha da kolaylaşıyor.
Terör ve Kökeni
Kayıtlarda bilinen en eski terör M. S. 60 ve 70’li yıllarda Yahudilerle Yunanlılar arasındaki dini kavganın savaşa dönüşmesiyle görülmüş. Yahudi Sicari gurubu kendilerinden olan insanları öldürmek suretiyle provokasyona yol açıyor, provokasyon sonunda oluşan kaosu fırsata çevirip insanları savaşa teşvik ediyordu. Bununla yetinmeyen Sicari zenginleri kaçırıp fidye almak gibi terör eylemlerine bulaşmaları ilk terör hareketi olarak anılmaya değer.
Özellikle modern dönemlerde görülen Hristiyan ve Yahudi menşeli terör hareketleri meşhurdur. Uluslararası düzeyde yapılan çalışmalarda bugüne kadar yaklaşık 900 (dokuzyüz) terör örgütünün 800’ü Batı menşeli, seküler, Hristiyan, Yahudi ve diğer dinlere mensup ve o dinlerden referanslı örgütlerdir. Söz konusu çalışmada bugün de varlığını sürdüren ve bir kısmını terör örgütü olarak görmediğimiz[1] 100 cıvarında “İslami” referanslı terör örgütünden de söz edilmektedir.
ABD ve diğer ülkelerde Hristiyanlıkla anılan terör örgütleri bugün de mevcuttur. Pek çok insanı kaçıran, öldüren, terör eylemleri ile yakıp yıkan ABD menşeli Tanrının Ordusu adlı örgüt Hristiyanlık’tan referans alırken, yine Hristiyanlık’ı referans alan Tanrının Direniş Ordusu Örgütü Uganda’da binlerce insanı öldürmüş, silah temini için seks kölesi yapmak üzere onbinlerce kızı da kaçırmıştır “Tanrı! İsa adına ve hatırına”.
1948’den önce ve İsrail Devleti kurulduktan sonra Yahudi kaynaklı Haganah, Lehi Yahudi kaynaklardan referans alarak binlerce Filistinli ve yabancıyı öldürmüşlerdir. Doğu dinlerinden referanslı terör örgütleri ise uzak doğuda mevcudiyetini sürdürmektedir.
DAEŞ, FETÖ VE DİN
Yazımıza konu edeceğimiz örgütler DAEŞ ve FETÖ İslami referansları itibariyle en güncel ve en müşahhas örnek örgütlerdir. Yazımızı bu iki örgütün din ile bağlantılarını sorgulayarak devam edelim.
Terör örgütü olan DAEŞ, El-Kaide gibi örgütlerin tamamen dini endişeden dolayı teröre başvurduklarını düşünmüyorum. Kimi terör örgütleri ilk başlarda dini yayma ve yaşama sorumluluğu duygusuyla örgütlenmiş olabilirler. Belki ve genellikle ilk başlarda halisane niyetle başlayan cemaat fikri daha sonra İŞİD’de olduğu gibi ABD ve diğer batılı devletlerin istihbaratları vasıtasıyla terör örgütü haline dönüştürüldü. İşte bizim anlatmaya çalıştığımız bu dönemdir.
Örgütlerin meşruiyetini dini referanslardan alarak terör eylemlerine başvurmaları “Dini Terörist” olmalarını mümkün kılmıyor. Lakin bu örgütlerin din ile alakalı olmadıklarını söylemek de gerçekle örtüşmüyor.
Önceleri samimi duygularla tamamen anlatma, duyurma/davet ve tebliğ faaliyeti gören bu yapılar, sonradan istihbarat örgütlerinin yönlendirmesiyle İslam’ın savaş esnasında cesaretlendirmeye yönelik ayet ve hadisleri, savaş hukuku gibi tamamen düzenli bir savaşa hasredilmiş buyrukları bütün zamanları ve mekânları kapsayacak şekilde genişletildi. Artık bu “hükümleri” birilerinin yerine getirmesi kalıyordu ve bu örgütler de kendilerini bu görev için sorumlu tuttular.
Mesela “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür”[2] ayeti bir ‘sıcak savaş ayeti’dir. Her dönemde yapılan savaş, estirilen terör ve/ya şiddet eylemleri bu tür ayet ve hadislerden çıkarılan delillerle ve bağlamından kopartılan, maksad-ı İlahiden uzaklaştırılan, Resul-i Ekrem’in güttüğü amaçtan saptırılan siret ve sünnetiyle gerekçelendirilmiştir. Hz. Peygamberin as. hakaret ve fitne estiren bir şair hakkında “onu kim öldürür?” rivayeti bütün zamanlar için suikast için gerekçe kılma da bu yaklaşımın ürünüdür.
Böyle Müslümanlık olmaz.
Son dönemlerde DAİŞ söz konusu oluğunda en sık duyduğumuz cümle, “Böyle müslümanlık olmaz!” itirazıdır.
Evet, doğrudur. Böyle Müslümanlık olmaz. Çünkü Müslümanlık, Allah’ın, “bütün insanlığı öldürmekle eş tuttuğu” masum bir insanı öldürmek gibi bir suçu işlemek değildir. Müslüman insan, Allah’ın “ebedi cehennem/huld” cezasıyla tehdit ettiği bu kadar ağır suçu böyle pervasızca işlemeyi göze alamaz. Lakin DAİŞ şu kadar zamandır estirdiği terörünün meşruiyetini! Hıristiyanlıktan ya da Yahudilikten yahut Budistlik’ten almadı. DAİŞ, terörünü kutsayan retoriği, delil, bilgi, belge ve rivayetleri bizim kaynaklarımızdan çıkar(s)ıyor. DAİŞ öldürmeyi kutsamayı asırlardır çarpıtılan, daha doğrusu bağlamından ve dolayısıyla maksad-ı ilahiden kopartılan ayetlerden[3] ve rivayetlerden çıkarıyor. Tamamen farklı olaylardan bahseden söz konusu ayetlerin delil kılındığı mevzularla ilişkisi son derece sorunlu ve zorlamadır.
DAİŞ terörü öncesi El Kaide, Boko Haram, ondan önce Mihneciler, haşhaşiler, Daru’l Harpçiler, Hariciler hepsi İslam dünyasında neşv u nema bulan lafızcı-katı rivayetçi dini anlayıştan beslendiler.
Kaç zamandır Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan dışında samimi ve bilinçli olarak “Terör ve İslam bağdaşmaz” itirazını dile getiren olmadı. Sayın Cumhurbaşkanı bu sitem ve uyarısını boş bir söylem olarak değil, neden terör ve dinimizin bir araya getirilmemesi gerektiğini de dinimizin temel kaynağı olan Kur’an’dan ve Resul-i Ekrem’in sav siret ve sünnetinden delillendiriyor.
El-hak doğrudur, İslam ve terör bir araya gelmez, dinimiz bu anlayıştan beridir. Ancak terörü İslami kılıfa sokanlar bunun gerekçelerini de maalesef toplumdaki “arızalı dini yaklaşımdan” buluyor.
Devam edeceğiz…
MİLAT
[1] İBDA/C, HAMAS gibi.
[2] Bakara/193.
[3] Nisa/75-78, 84, Tevbe/81, Ankebut/69, Ahzap/16-18, Hucurat/15, Saff/4, 11-13, Tahrim/9.