Pazarın girişindeki “Güllerim” tabelasının olduğu tezgâh ona aitti. Güllerim yazısı, kabak tahtasına kabartma olarak yapılmış ve verniklenmişti. Tezgâhın arkasında kırık bir sandalyesi vardı. Güllerim levhasıyla özdeşleşmiş olan dayıya pazara gelip de uğramayan yoktu. Güllü dayı, yaz ve kış aynı giyinirdi. Kar yağarken dahi paltosunu çıkarır, müşteriye öyle satış yapardı. Başındaki papağını hiç çıkartmazdı.
Pazarda “Güllerim” hikâyesini bilmeyen yoktu. Çünkü tezgâhındaki gülleri kendisi yetiştiriyordu. Dayı, “Hiç kimse güllerime yakın lezzette ve kalitede bir şey yetiştiremez.” Diyordu. Müşterilerini güllerine dokundurmaz, “Kalpleri incinir.” Derdi. Onları temizler ve bozuk olanlarını ayırırdı. Fiyat artışı nedir? Bilmezdi. “Güllerimle buluşmanızı sağlıyorum.” Derdi.
Dokunulmasına, seçilmesine ve fazla satın alınmasına izin vermezdi. “Herkes lezzetinden yararlansın ve değerini bilsin.” Derdi.
Dayı için pazarın gülleri, patates ve soğandı.
“Patates ve soğan mutluluk verir. İnsana hastalığı yaklaştırmaz.” Derdi.
Müşterilerine, “İhtiyacınız kadar alın. Güllerimle sağlıklı kalın. Yaşantınız gülücüklerle dolsun.” Derdi. Güllerini özel toprakta yetiştirdiğini söyler, yaşım yetmiş işim bitmemiştir.” Derdi.
Dayı o hafta tezgâhını kurmamıştı. Gelenler şaşırmıştı. Çünkü tam otuz yıldır her hafta pazarda tezgâhın başındaydı. Yanındaki tezgâh komşusu, “Hafta içerisinde köyde kamyonet çarpmış.” dedi. Hastaneye gidenler oldu. İyi imiş, doktor “Bir gün daha kontrolümüzde olsun. İç kanamadan koktuk.” Diyerek gelenlere iyi olduğunun bilgisini vermiş. Yalnız dayı, arkadaşlarını görünce ağlamış. Nasılsın diyenlere, “Paltomu ve papağımı giyemiyorum.” Diyormuş.
Dayının davranışı; insana sevgiyle yaklaşmak ve onun mutlu olmasını dilemekti. Sonucunda kötülüklerden kaçınmayı sağlamaktı. Onun için, güllerini uygun şekilde satar, kimseyi kırmazdı. İnsanlarla sosyal uyum içerisindeydi. Çarşıdan, gaz, tuz ve şekerden başka bir şey almazdı. Evine yürüyerek gider, dolmuşa binmezdi. “Dolmuşa binmek tembelliğe neden olur.” Derdi.
Yabancı tohum almazdı. Dededen kalma tohum kullanırdı. Suni hiçbir gübreyi toprağa atmaz, yağmur suyunu depolar onu kullanırdı. Her yıl toprağın altına yeşillik gömerdi. Ayrıca toprağı yılda iki defa belleyip havalanmasını sağlardı. Lokantaların sebzesini dayı dağıtırdı. Ziraat mühendislerine sorar yetiştirme tekniklerini uygulardı.
Güllü dayıyı, evinde ziyaret ettik. Kardeşim; “Hayattan beklentin nedir? Diye sordu. Dayı bahçeye baktı, gözleri hafif nemlendi. “Toprağın işletilmesi, desteklenmesi ve üretilenin baş tacı edilmesidir.” Dedi.
Endişen mi? Var diye sordum.
“Çocuklarımızı tamam okutmalıyız. Fakat takım elbiseli masa başı elemanı ol. Üretime katkın olmasın. Toprağı tanıma, işlenmesinden haberin olmasın. Bu topraklar çalışılmazsa yabana teslim oluruz. Verimli topraklar çoraklaşır. Masa başı memuru ve ailesi ne bulup da yiyecek. Sütünü yağını ve yoğurdunu verecek. Sebze ve meyve işin çabası. Ormanlar yok olacak, sular boşa akacak.” Dayı doluydu. Söyleyecekleri vardı fakat sustu, konuşmak istemedi.
Üzüldüğün ve mutlu olduğun olaylarla ilgili örnek verir misin? Diye sordum. Gözlerini tavana dikti, hafiften başını salladı ve gözleri doldu. “Annemi kaybetmem üzüntüme, çocukların toprağa sahip çıkmasına da mutlu olmama örnektir.” Diyerek cevap verdi.
“Eksilmesin yüreğinizden insan ve doğa sevgisi. Hayat yolculuğunuzda sizi üzecek karşınıza kimse çıkmasın. Gıdanız sevgi olsun.” Diyerek şiir gibi konuştu.
Dayı, “Yavrum dedeni tanısaydın, at üstünde üniformasıyla köye girdiğinde herkes yollara dökülürdü. Onu görmek için kaşa oturdum saatlerce bekledim. Düşmana karşı hücum emri verildiği gece atları caminin avlusunda tutmuşlar, donmaması için. Atlarla sabahlamışlar, cami avlusunda. Hatta ateş yakmışlar avluda ve kurtulmuşlar. Sabah moskofa karşı savaş başlamış. Yavrum dedi dayı, “Bu millet alicenaptır, İçinde kötülük yoktur. Aman diyene el kaldırmaz. İyiliği kapısında değil, gönlünde büyütür.” Dedi.
Dayı ile konuşmamız bu oldu. Bir daha görüşemedik.
Hasan TANRIVERDİ (Y.ÖO)