Evin tek oğlu hiçbir neden yokken, büyük şehirlerden birine kaçınca, bu durumu kendine yediremeyen baba, küplere biner. Çocuğunun anasına bağırmaktan ve vurup kırmaktan başka, elinden bir şey gelmez.
Köyde yakı yemiş balık gibi, dolaşan baba yıkılmış perişan olmuştu. Öfkesi bir şekilde yatışsa, dertleriyle barışık yaşamaya çalışsa da arkadaşlarının gözü önünde adeta eriyordu. Yaptıklarını hatırlayarak üzülüyor, pişmanlık duyuyordu. Kimi zaman köpürüyor, yeni yetmenin ardından gün görmemiş küfürler savuruyordu.
Yetmesini kahvede bile unutmazdı. Yaraları depreşir, kimseyi duymazdı. O günden beri eline oyun kâğıdı almadı, çay bile içmedi. “Ne kadar kötü olsam da babayım. Bir karış boyuyla elin sümüklüsüne nasıl değişildim,” diye mırıldanırdı. Aylar sonra O’nu muhtarla konuşurken gördüler. Muhtarın ısrarı üzerine içi sızlasa da mektup yazmayacağım, benden kaçanı affetmeyeceğim, dedi.
Günler dert üzerine dertler açarak geçerdi. Söylentiler ayyuka çıkıyordu. Oğlu insan simsarlarının elinde, uygunsuz yollara düşmüş olabilirdi. Eli ayağı kesilip veya gözü kör edilip dilendirilirdi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, evde hanımı hastalıktan başını kaldıramaz. Kadıncağız evden dışarı çıkamaz olmuştu. İki gözü iki çeşme ağlar. Bazen ocak başında bazen de ineklerin yanında dua etmekten dili damağına yapışırdı.
Üzüntüsünden saçları pamuk tarlasına dönen, baba bir süre sonra muhtarı dinledi ve oğluna mektup yazmayı kabul etti. Baba asker ocağında okuma yazmayı sökmüş, annesine bir iki satır bile karalamıştı. Her şeye rağmen o günlerin güzelliği geçti aklından, yüzü güldü, böylece asker arkadaşlarını yâd etmiş oldu. Fakat yazmayı da unuttuğuna üzüldü. Oğlunun okul öğretmeninden yardım alabilirdi. Yüzünden düşen bin parça iken, mektup olayı O’nu biraz olsun rahatlattı. Dünyası yıkılmış olan baba “böyle bir sıkıntı başıma gelmemeliydi, yeni bir hayatı göze alamam. Dalgalar arasında çırpınan insan gibiyim. Komşuların yardımıyla ayaktayım.” Diyordu. Arkadaşları O’nu hoş tutmaya çalışıyorlardı. “Allah beterinden korusun, sonunda ölüm yok ya! Bak oğlunun çalıştığı yeri bulmuşlar. Emniyette olaya el atar, böylece yavruna kavuşursun.” Diyorlardı.
Söylenenleri duymazdan gelen baba, ailemi her şartta iyi yaşattım, yemedim yedirdim. Onları okutmak için istediklerini yaptım. Gece gündüz yağ içinde çalıştım. Arada bağırıp çağırmam mı, dokundu, O’nu kimseye muhtaç etmedim. Kahvede oynarmışım, hesap mı vereceğim, diyerek rahatlamaya çalışıyordu.
Uzun kış gecelerinde, ocak başında ne hayaller kurmuştu. Kendi dünyasında yeni yetmesine ne sözler vermişti. O’nu okutacak öğretmen yapacaktı. Akrabalarının kızıyla da baş göz edecekti. Betonarme evini yukarıdaki parçaya yapacaktı. Evin çatısını kiremitle örtecek çift baca kuracaktı. Çalıları ateşe sürerken, kazandaki mısırı karıştırırken küfürle karışık laflar ediyordu. Yalnız mektup işi umudunu taze tutuyordu. Kendini sorgulamaya devam ediyordu. Bana çektirdiği reva mıydı? Böyle çocuk neyime gerek! diyerek patikaya doğru öfkeli bakıyordu.
Düşündüklerini oğluyla paylaşırdı. O’nu sevdiğini söyler, gücü yettiğince isteklerini yerine getirirdi. Başarısı için gayret ederdi. Hafta günleri çarşıya gönderir, eğlenmesini sağlardı. Bayram atlatmaz elbise ve ayakkabısını yenilerdi. Başkalarının çocuklarına özendirmezdi. Hatta bu yaz yeni yetmesine, bisiklet bile almaya söz vermişti. Buna rağmen,”iyi niyetimin kurbanıyım, onun için arkamdan hançerlendim, nerde hata yaptım,” diyordu.
Gözünün önünden yaşadığı olayları geçiriyordu. Fakat bir türlü düzlüğe çıkamıyordu.
“Boşuna kürek çekiyorum, diyordu. Umudunu mektuba bağlayan baba, rahat değildi. Kahveye adım atmaz, evden çıkmaz olmuştu. Başının ağrısı dinmiyordu. Annenin yüreği yansa da babaya fark ettirmiyordu. Oğlum sağ ya, varsın uzak ilde çalışsın. Belki bir gün aklı başına gelir, diyordu.
Okulun açıldığı günlerdi. Öğretmene yazdıracağı mektup düştü aklına içi sızladı. Sağlıklı düşünemiyordu. İnce bir çizgide karar vermeliydi. Düşündüklerini acımasızca yazacaktı. Bundan sonra da kalbinin yumuşaması da söz konusu değildi. Yeni yetmesi üzülecekmiş kırılacakmış umurunda değildi.
Anasının da rızasını almak istedi. Çünkü O’nu kalbinden silmeyi düşünüyordu. Düşüncesini hanımına açtı. Hanımı gözünden akan yaşlarını silmeye yetiştiremedi. Baba, ağlamana gerek yok. Yaşadığımız sürece O’na soluk aldırmayacağım. O’nu beynimin her noktasından kazıyacağım, diyerek kara ateşe gözlerini dikti. Biraz sonra, “yeni yetme garip geldi ve öyle de gitti, diyeceğim.
Çocukları gurbette olan veya ölen de vardı. Onların ana ve babası acı hissetmemişse bende hissetmem, aynı geçitten geçerim. Bundan sonra yaşantıma bakacağım,” diyerek sustu.
Fakat ananın ezik yüreği duygu yüklüydü, gözlerinin pınarı kurumuştu. “Yaprağın yeşil renkli olması meyvenin değerini belirler,” diyerek iç çekiyordu. Anne O’nu kalbinde yaşatıyor, onunla her an beraber olduğunu söylüyordu. O annenin canı ve evinin delikanlısıydı. Anne, “meyveyi, dut pekmezini ve ayva reçelini O’nun için yapıyorum,” derdi. Anne delikanlısının eşyalarını temizler, odasını yerleştirirdi.
Kara ateşin karşısında sessizliği yine baba bozdu. “Ne ağlıyorsun, belki de bizi istemiyordur. Keyfine göre hareket ettik. Başka ne yapabilirdik. Çakal gibi inşaatlarda ne yer ne içer. Ulan sen ev çocuğusun, ayazda yatamazsın,” diyerek sinirlerini biraz olsun yatıştırdı.
Askerde öğrendiği okuma ve yazmayı unuttuğuna çok pişmandı. Çaresiz yeni yetmeye mektubu öğretmenine yazdıracaktı. Ocak başından kalktı, ağır adımlarla patika yoldan fındık dallarından korunarak yürüdü. Ayakları uyuşmuş gibiydi. Elma ağacında asılan dur maça baktı. Okulun bahçesi çocukların sesiyle inliyordu. Bahçeye doğru yürüdü, yolu geçti, adımları ağırlaştı. Gözlerini çocuklardan ayıramadı. Öğretmenini sordu. Çakıl taşlarının gıcırtısından rahatsız oldu. Öğretmeniyle selamlaştı. Öğretmen ile biraz sohbet ettikten sonra yeni yetmesine mektup yazmasını rica etti.
Baba söylüyor öğretmende yazıyordu:
“Ulan köpek, kasaphane köpeği bile, akşam olduğunda evine gelir. Sen ise sokaklarda sürtüyorsun. Sen ancak çakal olabilirsin köpek. Mektubum eline geçtiğinde hemen dönmezsen, seni evlatlıktan silerim. Soysuzlara uydunda kimi terk ettin. Şu anda seni elime geçirsem ikiye bölerim. Beni bırak, ananın yüreğini yakmaya ne hakkın var. Ne yaptı ki, ona zulüm ediyorsun. İnsan içerisine çıkamaz olduk. Ananın gözyaşı dinmezse seni o yaşlarda boğarım. Şunu iyice belle ki, yanlış yapmayasın, çakallara yem olmayasın. Yoksa sana şu dünyayı dar ederim.
İnşallah inşaatlarda betona karışır, donup kalırsın. Bir yerde parçalanır, atılırsın. Gönlüm onu istiyor. Sana hiç mi akıl veren çıkmıyor. Ama ne olacak eşeğin peşinde ancak sıpası dolaşır. Son defa söylüyorum, mektup eline geçtiğinde döneceksin. Yoksa o şehri başına dar ederim.
Babanın söyledikleri bunlardı. Öğretmenin yazdıklarını birlikte okuyalım.
Öğretmenin yazdıkları:
Canım yeni yetmem, biricik oğlum. Bir hatadır oldu. Seni ne kadar çok sevdiğimizi biliyorsun. Belki hoş olmayan davranışlarımız olmuşsa da bir sinirlilik haliydi. Yavrum biz her şeyi unuttuk. Tüm kalbimizle seni bekliyoruz. İnan gözlerimiz yollarda kaldı. Annen her akşam son dolmuşun gelmesini bekliyor. Ayak sesi duysak dışarı çıkıyoruz.
Her yemekte tabak çatal ve kaşığın sofraya geliyor. Okulun zili çalsa döneceksin diye umuyoruz. Sepette sevdiğin, kırmızı elmaların eksik olmuyor.
Yavrum seni anlıyorum, artık delikanlı oldun. Seni bu halinle daha çok seviyoruz. Şehir hayatından hoşlanırdın, belki de birlikte karar vereceğimiz bir büyük şehre göçeriz. Sen görmüş oldun. Kim bilir park ve bahçeler ne güzeldir. Dönüşte anlatırsın. Biz de bu yaz geziye çıkmayı düşünüyoruz. Güney sahillerini hayal ediyoruz. Hatta onlara da yerleşebiliriz. Bu düşüncemizi sana bağlı olarak gerçekleştireceğiz.
Geçen hafta her zaman ki, yerimizde oturduk. Annen o kadar özlemiş olacak ki, ağlamaktan boğazından bir lokma geçmedi. Senin için aldığımız döneri yoldan gecen bir çocuğa verdik. Yavrum kendine dikkat et. Üşütme sakın, hasta olmamaya bak. Para göndereceğim. Öğretmen okullarına müracaatlar başladı, haberin olsun. Ayrıca sana yapacağımız evin yerini belirlememiz gerekiyor. Annen elmalığın yanı olsun diyor. Bu yaz Allah izin verirse temel atarız.
Gözlerinden öpüyor, seni hasretle kucaklıyoruz.
Baban
Yeni yetme mektubu görünce inanamadı, ters yüz etti. Eli titredi, tuhaflaştı, yüzü sarardı. Ağlamamak için kendini zor tuttu. Soğuk betona doğru bağırmak istedi. Babası geldi gözünün önüne, düşündü, babasının onlara çektirdiklerini yeniden yaşarmış gibi ürperdi. Zarfı güçlükle açtı. Bir süre baktı. Sonra kekelemeye başladı. Yazılanlar karşısında baygınlık geçirdi. Babasındaki inanılmaz değişmeyi resmen görüyordu. Sevinemedi, tereddüt etti. Mektubu yeniden okumaya başladı. Yazılanlara bir inanabilseydi. Okumayı bitirdiğinde,”dere aynı dere, fakat sular eski sular değil,” dedi.
Yeni yetme neye karar vereceğini bilemiyordu. İç dünyasında pırıldayan sevginin depreşmesine engel olamadı. Bu duygu büyüdü, tüm benliğini sardı, gözyaşlarını tutamadı.
Birlikte kaçtıkları arkadaşları O’nu terk etmişlerdi. Karkas haldeki binanın bir katında naylon çadırda günlerini geçiriyordu. Çok ilkel şartlarda yaşıyordu. Yaşanabilecek bir ortam değildi. Soğuklar başlamıştı. Kış mevsimini de bu şartlarda sürdürecek olması O’nu korkutuyordu.”
“Bu güne kadar çektiklerimi bir Allah bilir, bir de ben!” diyerek tahta iskemlesine oturdu.
Evini çok özlemişti. Annesinin yaptığı lahana çorbasını ve hamsi tavasına iştahı kabardı. Odasında asılan meyve tablosunu görür gibi oldu. Kapının önündeki çiçekleri kokladı. Fındık bahçesine geçti. Mutluluk tablosuna dayanamadı, taşların üzerine uzandı.
Dayanacak gücü kalmayan yeni yetmenin, direnci kırılmıştı. Çalıştığının karşılığını alabilse, özellikle de mektuptan sonra hemen dönebilirdi. Yarı dalgındı, gözleri kapandı, uyuya kaldı. Uykusunda dereye ağ attı, suya girdi. Yakaladığı balıkları kenara koydu. Ayak seslerine irkildi ve ayağa kalktı. Gelen inşaatın sahibiydi. Hak ettiği parayı verdi. Kendisinden memnun olduğunu söyledi. Daha iyi şartlarda çalışacaklarını, kendisini sigortalı göstereceğini açıkladı. Yeni yetmenin kafası karışmıştı. Çünkü para kazanacak babasının derdini çekmeyecekti. Sanki yüreği katılaşmıştı. Babasına bir türlü inanamıyordu. Bir an önce cevap vermek istedi. Kâğıdını ve kalemini çıkarttı. Kırıcı olmayı düşünmedi. Fakat duyguları da bir türlü sakinleşmiyordu. Her şeye rağmen sitemli yazmaya karar verdi.
Yeni yetmenin kaleminden çıkanlar:
Olumsuz şartlara rağmen içimi sızlatan duygularla mektubu yazıyorum. Annemin hatırına saygıdan bu kâğıdı karaladığımı bilesin. Kimseden zılgıt yemiyorum. Burada istediğimi alabiliyorum. Kendime göre bir çalışma düzenim var. Şu ana kadar iyi günler geçirdim. Hatalarımı düzeltebilirim, sonuçta çocuğum. Yetişkin bir insanın kötülüklerini terk etmesi mümkün mü? Çektiklerim beni buralara kadar sürükledi. Kendime geldiğimde şehrin ara sokaklarında dolaşır vaziyetteydim. Yalın ayak okula gittiğimi unutamıyorum. Hüseyin öğretmenden Allah razı olsun, beni çıplak ayaklı görünce çorap ve lastik aldı da arkadaşların yüzüne bakabildim. Ekmek, helva ve peynir aldı da karnımı doyurdum. Canıma tak deyince anneme rağmen arkadaşlara uydum. İnşaatın üçüncü katını mekân seçtim. En azından askere kadar, yaşantım değişmeyecektir. Günler ne kadar sıkıcı geçse de inanın buna alışılıyor.
Oğlunuz
Aradan bir süre geçmişti ki, elinde yeni yetmesinin mektubuyla baba, büyük bir heyecanla çıkageldi. Sinirli bir hali vardı. Küfretmemek için kızarıp bozarıyordu. Titreyen elleri zarfı Hüseyin öğretmene güçlükle uzattı. Yüzünden düşen bin parçaydı. Çevresine baktı. Konuşmak istemedi. Yazılanların okunması için acele etti. Utanmadan da mektup gönderiyor da kendisi gelmiyor. Ağzından boğuk bir ses çıktı. Sarardı, bayılacak gibi oldu. Titredi. Omzunu silkti ve “Başa gelen çekilir,” dedi.
Yeni yetmenin yazdıklarını kimsenin duymasını istemiyordu. Zarf açılana kadar titredi. Başı döndü, duvara yaslandı, olduğu yere çöktü. “Ne yapalım,” diyebildi. Babanın üzüntüsü her halinden belliydi. Solmuş yüzünde yılların izi paralel çizgiler halinde alnında uzanıyordu.
Şapkasının altında özgürlük arayan saçları biraz daha kırlaşmıştı.
Hüseyin öğretmen doğal davrandı. “İnşallah döner! Üzülme, artık nerede çalıştığını biliyoruz Sonra öğrencimiz samimi, saygıda kusur etmeyen, ahlaklı ve dürüst bir çocuk. Onunla gurur duymalısın İlişkiyi kesip atamazsınız. Bir anlık yanlışlık, birilerine uyup kaçmasına yetti. Söz veriyorum yeni yetmeyi bir an önce geri getireceğim,” diyerek babayı rahatlatmaya çalıştı.
Hüseyin öğretmen zarfı açtı. Babanın gözleri kapandı. Yüzü kızardı, derin bir soluk verdi. Başını iki elleri arasına aldı.
Hüseyin öğretmen mektubu okumaya başladı:
Anne ve Babama,
Yaptıklarımın hata olduğunu biliyorum. Sizleri çok üzdüğüm için binlerce özür diliyorum. Beni affedeceğinizi ümit ediyorum. Davranışımı çocukça kabul edip bağışlamanızı istiyorum. Sizlere her konuda hak veriyorum. Yaşadığım her an üzülüyor ve daha da pişman oluyorum. Okulumu, öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı özlüyorum; Köyü, bahçeyi ve meyveleri hatta ağaçlar bile gözümün önünden gitmiyor. Elma ağacının dalına astığım dur maçı aldınız mı?
Okuyacağım, hayallerinizi süsleyen öğretmen olacağım. Anneme yardım edeceğim. Birlikte yaz tatili için Antalya’ya veya yaylaya gideriz. Günlerim çok iyi geçmiyor. Paramı aldığımda sizlere kavuşacağım. Ellerinizden öperim.
Yeni Yetmeniz
Hüseyin öğretmen, gözyaşını tutamayan babayı teskin etti. Baba memnuniyetini belirtti, teşekkür etti. Bahçede oynayan çocuklara dönüp,” Yakında oğlum da aranıza katılıp mutlu olacak,” dedi.
Heyecanını bir türlü gizleyemeyen baba, Hüseyin öğretmen’den izin isteyip, dükkâna doğru yürüdü. Dükkânda ne kadar şekerleme varsa alıp öğrencilere dağıttı.
Hüseyin öğretmen öğrencisine çektiği telgrafta O’nu pazartesi günü ilçede beklediğini bildirdi. Böylece öğrencisiyle anlaşan öğretmen, o gün sabahın ilk saatlerinden itibaren terminalde beklemeye başladı. Öğle olmadan yeni yetmenin otobüsü terminale girdi. Otobüsten inen öğrenci, öğretmenine tüm içtenliğiyle sarıldı. Birlikte köyün yolunu tuttular. Araba yavaş ilerliyordu. Herkesin dönmene çok sevindiğini, çok memnun olduklarını söyleyen öğretmen, yetmeye teşekkür etti. Köye yaklaştıklarında öğretmenin tertiplediği şekilde davul, zurna ve kemençe sesi duyulmaya başlandı. Köy meydanı panayıra döndü. Folklor ekibinin önünde baba olduğu halde, Hüseyin hocanın arabasının önünü kestiler.
Arkadaşları yeni yetmeyi omuzlarına alıp alkışladılar arasında okulun bahçesine getirdiler. Yirmi üç nisan kutlanıyor gibi, okulda bayram havası esti. Tüm öğrenciler oynadı, halay çekti.
Müdür kürsüye çıktı. Öğrenciler sustuktan sonra konuşmaya başladı. Konuşmasında da,“bu sevinci bize yaşatan, hepimizi mutlu eden ve barışmayı sağlayan olayın mimarı olan Hüseyin öğretmeni kürsüye davet ediyorum,” dedi. Öğrenciler ve köylüler uzun süre alkışladılar.
Hüseyin öğretmen olayı kısaca özetledi. Anne baba ve yeni yetmeyi yanına çağırdı. Hepsiyle kucaklaştı. Öğrencilerin sevinci görülmeye değerdi. Alkışlar kesilmedi. Öğretmen, bu mutluluğu kendisiyle baylaşan herkese teşekkür etti. Annesinin getirdiği okul formasını öğrenciye giydirdi. O’nu kucaklayıp arkadaşlarının arasına kattı.
Müdür barışma süresince Hüseyin öğretmenin yaptığı çalışmaları anlattı. Mektubun yazılması ve okunması hikâyesini açıkladı. Öğretmenin düşüncesindeki inceliği alkışladılar.
Müdür konuşmasını bitirmeden tatlılar çikolatalar ve pastalar geldi. Tüm öğrenciler tatlıya doydular.
Bir saat sonra zil çaldı öğrenciler öğretmenlerinin eşliğinde sınıflarına girerken köylüler öğrencileri alkışladı.
Hüseyin öğretmen ve yeni yetme bugün dahi buluştuklarında, o günün heyecanını aynı duygularla yaşadıklarını söylerler.