Ses ve söz güzelliğini “Müzik” diye sevdik. Müziği ruhun gıdası ve hayatın renkliliği olarak biliyorduk. Hayatımızı renklendiren şarkı ve türkülerimiz, müzik adına yaşadığımız değerlerdi.
Kardeşim ile bana keman ve bağlama satın alındıktan sonra notaların da o gizemli havasını hissetmeye başladık. Sevincimiz katlandı. Okula uçarak gitmeye başladık. Yeni öğretmenin gelmesiyle de “Gönül bağımız” farklı mecralarda sesini yükseltti ve kucak dolusu neşeyle kollarını açtı
Kardeşimin kemanına bağlamamla eşlik ederdim. Okula kemanı götürmez, sınıfta bağlamayla idare ederdik. Kardeşim, kemanının telleriyle, enginlere açılır ve ufuk ötesinde kana kana su içerdi. “Su içtim yârin elinden.” Nağmesini seslendirirdi. Nağmeler, hisleriyle telleri titreten nağmeler. O güzel ötesi nağmeler.
Öğretmenimiz deyim yerinde ise “Udu ağlatırdı.” Ut içten bir iniltiyle başlardı, çağıldayan su gibi ve sesinin titreşimi kulağımıza gelirdi, taştan taşa çarpan su gibi. Gam alırdık dünyadan ve kendimizden geçerdik. Mutlu bir gün yaşar ve eve dönerdik. Yeni öğretmenimizle hayatımızın her anına müzik girdi. Şarkı ve türkülerle beraber olur, saatler neşe içinde geçer, geleceğimizi daha iyi düşünürdük.
Öğretmenimiz, “Ömür boyu taşıyacağınız ve derdinizle dertlenecek sevinçlerinizi paylaşacağınız bir müzik aletiniz olsun. Dünya bahçe ise tohumu işte o müzik aletidir.” diyordu.
Evde kemanın sesi hiç susmazdı. Kardeşim, Okulda öğrendiği türküleri ve Karadeniz manilerini bile kemanıyla seslendirebiliyordu. Ona yeter artık dediğimde, “Yıldızlar gündüz de şarkı söyler.” Diyordu. Saatlerce kemanla kalıyor, hayallerimizi müzikle süslüyordu. Kemanın sesini çoğu zaman babam duymak istemezdi. “Bir ses bu kadar mı? Hisli olabilir.” Derdi. Dinliyorsa biliyorduk ki ağlıyordu.
Kardeşim, “Akşam oldu hüzünlendim ben yine.” Dediğinde sobanın başında sesimizi akortlardık. Soğuk havada sobanın yanında şarkı söylemek en büyük zevkimizdi
Okuldan sonra arkadaşa gideceğimiz için, kemanı da yanımıza almıştık. Müzik dersinden önceki teneffüste kardeşim kemanın tellerini titretmeye başladı. Sınıfta çıt çıkmıyor, sanki soluk almıyorduk. Öyle ki zilin sesini bile duymamıştık. Bu sırada müzik öğretmeni kapıyı açtı, önce şaşkınlık geçirdi. Elindeki kitapları düştü. Yüzü sarardı, soluk almada güçlük çekti. Ağlayarak masanın üzerine yığıldı. Yalnız hıçkırığı duyuluyordu. Öğretmene koştuk, onu öğretmen odasına taşıdı
Bir süre sonra sınıf öğretmenimiz geldi. “Arkadaşlar, biraz önceki olayın sizlerle hiçbir ilgisi yoktur. Sizlere teşekkür ederim ilgilendiniz. Öğretmeninizi taşıdınız. Olayı açıklamak istiyorum. İki yıl önce öğretmeninizin hanımı, kemanıyla konser vermek üzere, kızı ve oğluyla turistik bir ilimize giderken, kaza geçiriyor ve hayatlarını kaybediyorlar. Bu olaydan sonra öğretmenimiz bir yıl psikolojik tedavi görüyor. Deniz havası iyi gelir diye tayinini buraya çıkarıyorlar.
Arkadaşlar öğretmeninize çok iyi davranın, saygı ve sevgide kusur etmeyin. Bilim nasıl akılla dostsa sizler de müzik adına onunla kardeş gibi geçinin. Kayığı olan varsa, balık tutmaya götürün. Yoksa mendirekte oltayla eğlenin. Köyleri gezdirin, hayvanları sevsin. Yöresel yiyecekleri tanıtın. Üretiminizi paylaşın. Sizlerden isteğimiz, onun hayata bağlanması. Müzik öğretmeni değil, sizden biri olmasını istiyoruz.
Bundan sonra müzik öğretmenini bırakmadık. Köyleri, oyun düzlerini gezdik. Derede balık tuttuk. Derenin göllerinde güneşlendik.
Öğretmenimiz sınıfta udun tellerine dokunup “Gamzedeyim deva bulmam.” Dediğinde ağlardı. Teskin etmemiz uzun sürerdi.
Müzik öğretmenimiz, okulumuzdan emekli oldu. Memleketine gitmedi. Okulun yanında ona köy evi verdik. En az beş sene kaldı. Herkes tarafından seviliyordu. Balıkçılık yapıyordu.
Annesinin hastalığına gitti.
Bir daha dönmedi.
Evet “müzik ruhun gıdasıdır ” diyen atalarımızın mekanı cennet olsun. Müzik gibisi yok. Ben de naçizane saz çalarım. Rahatlatıyor insanı.