GARB(BATI) MEDENİYETİ KARŞISINDA MEHMET AKİF
Her milletin kendine mahsus bir medeniyeti mevcuttur. Bunun yanında medeniyetlerin beynelmilel uzantıları da vardır. Bugün, medeniyet kavramı “uygarlık” sözcüğüyle karşılık bulmaktadır. Kültür ve medeniyet kavramlarının içeriği ve kapsamı konusu, bugüne dek çokça tartışılmıştır. Bazıları kültürü millî, medeniyeti evrensel olarak nitelemiştir. Her ikisinin de millî olduğunu söyleyenler de vardır. Bu konulardaki kişisel kanaatler aslında sorgulanmalı ve bu hususta derinleşilmelidir. Mevzumuz bu olmadığı için bunun üzerinde durmayacağız.
İstiklal Marşı’nı bize kazandıran Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, “İslam Şairi” olarak hafızalarda yer edinmiştir. Zira o abide şahsiyet, ömrü boyunca kâmil bir mümin olarak yaşamıştır. Dünyaya bakışı hep müslümanca ve Kur’anî ölçüler dâhilindedir. O, hayata iman aynasından bakmıştır. Dinle devlet işlerini birbirinden ayrı düşünmemiştir. Müslümanlığı, hayatın bütününe dâhil etmiştir. Hakk kelamını hiçbir zaman tartışma konusu yapmamış, ona yürekten inanmıştır. Dinin bir kısmını kabul edip, bir kısmını çağdışı olarak görmek mümine yakışmaz. O da Müslümanlığı bir bütün olarak görmüş ve öylece yaşamıştır.
Bazı insanlar Mehmet Akif’i, yobaz ve medeniyet düşmanı olarak kabul ederler. Buna dayanak olarak da İslâma tavizsiz bağlanmasını, Batıyı ölçüsüzce eleştirmesini gösterirler. Onlara göre, dünya zamanla değişiyor. Değişen dünyaya ayak uydurmak gerekir. Oysa Akif çağdaş bir insandı. Yani çağın ilminden ve tekniğinden haberdardı. Hiçbir zaman, başını kuma gömerek dünyadan habersiz yaşamayı tercih etmemiştir. Lâkin manevî değerlerinden de asla taviz vermemiştir. Onun için, bazılarının gözünde taassupkâr bir kişi olarak görülmüştür.
Bilindiği gibi “medeniyet” Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelimenin başındaki “mim” harfi kaldırıldığında “deniyet” olarak okunur. “Deniyet” de “hayvanlaşma” demektir. Akif, medeniyetin, deniyete dönüşmesine karşıdır. Onun için, Batı medeniyeti hususunda ince eleyip sık dokumuştur. Çünkü onların inançlarıyla bizimkiler hiçbir zaman birbiriyle bağdaşmaz. Osmanlı Devletinin yıkılışına sebep olarak da, Batı’ya körü körüne bağlanışımızı gösterir. Çünkü Osmanlı’nın son dönemlerinde Batı’nın ilim ve tekniğinden ziyade, modası takip edilmiştir. Avrupa’ya teknoloji transferi gayesiyle gönderdiğimiz talebeler, kimliklerini kaybederek melez bir hâl üzere geri dönmüşlerdir. Bilimden nasiplerini alamamışlardır. Akif bu hususta Japonları takdir etmektedir. Çünkü onlar yozlaşmadan Batı’nın teknolojisini ülkelerine taşımışlardır. Gelenek, görenek ve inançlarından asla taviz vermemişlerdir. Ona göre Japonlar, tevhid hariç, müslümanlığın bütün gereklerini, farkında olmadan, yerine getirmektedirler. Akif, biz Müslüman- Türk milletine şu tavsiyede bulunmaktadır:
“Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını,
Veriniz mesainize hem de son süratini
Sade Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.”
Merhum Mehmet Akif Ersoy, dünyaya at gözlüğüyle bakan biri değildi. O mütefekkirdi; her şeyden önemlisi de vicdan sahibiydi. Hadiselere bakışı makul daima çizgilerdeydi. Akif’e göre Batı, geçmişte Müslüman Türklere karşı kötü bir imtihan vermiştir. Onun için İstiklâl Marşı’nda Batı medeniyetini “tek dişi kalmış canavar” a benzetir:
“Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?” Merhum Mehmet Akif, Batı kültür ve medeniyetinin ahlakî değerlerimizle çeliştiğini özellikle belirtir. Burada sözü edilen, yerilen kültür ve medeniyet, Batı’nın ahlâksızlıklarıdır; yoksa pozitif ilim ve teknik değildir. Akif’in, Batı’nın ilim ve tekniğiyle alâkalı şu değerlendirmesi dikkate şayandır: “Avrupalıların ilimleri, irfanları inkâr olunur şey değildir. Heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı; fakat kendilerine asla inanmamalı, kapılmamalı…”