“Ve işin acı yanı, bizler kahırda; zübükler kahkahada!” diyerek bitirmiştik açık mektubumuzun ilk bölümünü.
Koltuk kavgasını demokrasi mücadelesi zanneden zihniyet ne yazık ki, bu partide hiç eksik olmadığı gibi, hep etkin konumda da oldu. Sorsanız, Ülke’nin kurtuluş umudunun bağlandığı bu partide böylesi bir zihniyetin hiç olmaması gerektiğini herkes söyler. “Birlik ve beraberlik” sözünü ağızlarından düşürmeyenlerin ihtiras kavgalarıdır bizi kahreden!… Bu kavgaların yarattığı parçalı ve uyumsuz yapıdır 60 yıldır her seçimi hezimetle bitiren. Ve onca hezimetten hiçbir ders çıkarmadan zaferi(!) hep biröteki seçime erteleyen koltuk erbeblarının(?) günü kurtarma adına mazeretli açıklamalarıdır zübükleri güldüren!.
Ne kaybedenler gitmesini bildi, ne de koltuk kapma sevdalıları beklemesini… Zira, taraflar nazarında gitmek onursuzluk, beklemek ise fırsatı kaçırmaktı. Oysa, bu ihtiras kavgasının sonunda kaybedenin kim olacağı hiç konulmadı akıl, izan ve vicdan kefesine… Her seçim sonrası rutine bağlanmış bir görev gibi hep tekrarlana geldi bu durum. Ne gidenler normal yollarla gitti, ne de gelenler gidenlerin rızasıyla geldi. İşte bu nedenle de, her kurultayda, her kongrede yaratılan küskünler ordusu, üye sayısını katladıkça katladı. Ya da Parti kimselere yar olmayacak şekilde yavruladı.
İşte bu günde yaşanan budur. Oturup yenilginin (ki bence her iki cephe içinde hezimettir sonuç) siyasi, toplumsal, örgütsel, sosyolojik hatta psikolojik analizi ve tahlili yapılmak yerine mücadelenin “koltuk” kavgasına indirgenmesi, hiç kimse kusura bakmasın ama doğrudan aymazlık değilse nedir?
İki tuzu kurunun tokuşan yumurtaların bu partiye, bu topluma, demokrasiye veya bilemediğimiz aklımızın ermediği nereye bir faydası olmuştur ki, birileri bunu açıklamalı!.
Birisinin “kaptırmam”, diğerinin “alırım” düellosu nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bu ihtiras kavgasının ister tarafı isterse seyircisi olsun, sonunda, kırılan onurların, sıfırlanan morallarin, yok olan umutların vebalini kim nasıl ödeyecek?
16 yıldır devletin yıpranmadık ne eğitimi kalmış, yıkılmadık ne bir kurumu kalmış, ne de boşalmadık kasası… Bataklık, bayağılık ve cehaletin kutsandığı bir dönemin ta içindeyiz.
16 yıldır, ne birliği kalmış ülkenin, ne dirliği ne de de huzuru… Ne saygınlığı kalmış ülkenin, ne de güvenliği… 160 ülke içinde geriye 11 ülke kalmış bizden daha güvensiz…
Adaletin terazisi tek adamın serçe parmağına bağlanmış… Güçler ayrılığı esarette…
Yüz yıl önce saraydan kovduğumuz tek adam rejimini, bu gün yasalarla saraya yeniden teslim edildi. En güçlü biçimde dile getirilmesi gereken soru şudur: Demokrasi neresindedir bu yeni sistemin?
Peki kurultay gerekli midir bu şartlar altında?… Buna da geleceğiz mektuplarımızın takip eden günlerdeki devamında.
“İşte bu ahval ve şerait içinde dahi” koltuk kavgasının ortaya koyacağı bir yarar varsa bizler de alalım bu “halat çekme yarışındaki” saflarda yerimizi. Ama unutmayalım: Yrar varsa!…
Ve yine ayni cümleye çıkıyor yol: İşin en acı yanı, bizler kahırda… Zübükler kahkahada!… (Devam edecek)
6 Tem. 2018
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci