SETÖ;(Suikastçi Terör Örgütü)Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa nihai bir netice elde etmek için padişahın tahttan indirilmesi gerektiği fikrindeydiler. Bunun için 29 Mayıs 1876 günü Mithat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Harbiye Mektebi Nazırı Süleyman Paşa, Şurayı Devlet Reisi Redif Paşa yeni şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendiden padişahın tahttan indirilmesi için hal fetvası aldılar. Her şey hazırdı. Bir gün sonra Harbiye Mektebi Kumandanı Süleyman Paşa iki tabur askerle Dolmabahçe Sarayı’nı bastı ve Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdi. Sultan Abdülaziz’in hal gerekçesi olarak da ‘muhtelüs şuur’ olması gösterildi. Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten sonra haremi ile birlikte Topkapı Sarayına nakledildi. Topkapı Sarayına nakledilen Sultan Abdülaziz bir gün sonra kardeşinin oğlu Şehzade Murad’ın cülusunu tebrik edecek ve kendisine ikamet için başka bir yer tayin edilmesini isteyecekti. Bunun ardından Sultan Abdülaziz’e kendi yaptırdığı Feriye Sarayı uygun görüldü. 4 gün sonra haremi ile birlikte buraya yerleşen Sultan Abdülaziz 5 Haziran günü odasında bilekleri kesilmiş bir vaziyette bulundu.
Su-i kastci çetenin arkasında İngilizler vardı ama bizden görünen ‘onların çocukları’ yapmıştı.
HETÖ:(Hareket Ordusu Terör Örgütü) 31 Mart Vak’ası diye tarihe geçen bu olay, 14 Nisan 1909 tarihine rastlamaktadır. Tarihçiler bu olayın, kendi zulümlerini örtmek isteyen Ittihadçıların, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini temin etmek için, İngiliz Gizli Servisi’nin yardımı ile ve İngilizlerin aleti olarak tertipledikleri bir hadise olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak suç, samimi Müslümanlara yıkılsın diye, bir kısım dini sloganlar kullanılmış ve “şeri’at elden gidiyor” diye dine ve dindarlara hücum planları hazırlanmıştır. İttihadçılar, kendilerinin tertipledikleri bu olayı, dindarları mürteciler diye suçlayarak dindara yıkmışlar ve maalesef kendileri gibi düşünen tarihçileri de kullanarak, bu olayı en büyük irtica olayı diye takdim etmişlerdir. ‘Dinde hassas muhakeme-i akliyede zayıf’ Derviş Vahdeti gibi bir kısım Müslümanlar da provokasyona zemin hazırlamışlardır. Selanik’ten Hareket Ordusu adını verdikleri kuvvetleri, Padişah’ı kurtarmak gibi yalancı bir sloganla İstanbul’a sevk etmeye başladılar. Askerlerin çoğu, yağmacı ve Müslüman katili olan Makedonyalılardı. Tam bir çapulcu ordusuydu. Olayın vahametini anlayan İstanbul’daki generaller ve özellikle I. Ordu Komutanı Nazım Paşa, Sultan Abdülhamit’e müdahale etmeleri gerektiğini anlattılarsa da, Müslümanı Müslümana kırdırmayacağını söyleyen Padişah, onlara gerekli talimatı vermedi. I. Ordu Kumandanı Nazım Paşa’ya, Hareket Ordusu’na silah çekmemeleri için yemin bile ettirdi. 25 Nisan’da Hareket Ordusu, Yunan ordusu gibi davrandı ve Yıldız Sarayı’nı yağmaladı. Kütüphane dışında Padişah’ın altın arabasını bile parçalayıp götürdüler. Daha sonra da 27 Nisan 1909’da Meclis-i Umumi’yi toplayarak Abdülhamit’i hal’ kararını silah zoruyla çıkardılar. En önemli ithamları, 31 Mart Vakasını tertip etmekle suçlamak idi. Hâlbuki bu tamamen yalandı. I. Orduya talimat vermemekte direnen Padişah, Müslümanı Müslümana kırdırmakla itham ediliyordu. 31 Mart Olayı, Ittihadçıların tertipledikleri bir fitneydi; ancak muhalifleri olan Kâmil Paşazâde Said Paşa, İsmail Kemal Bey, muhalif gazetecilerden Mizancı Murad ve Volkan Gazetesi baş yazarı Derviş Vahdeti gibi bazı safdiller de durumdan pasta çıkarmak uğruna ateşe körükle gittiler ve fitne ateşini söndürmek yerine daha da alevlendirdiler. Neticede düşmanlar kâr etti; devlet, millet ve din zarar etti. Çünkü kurulan Divan-i Harbi-i Örfî Derviş Vahdeti başta olmak üzere çok masumları idam sehpalarında sallandırdı. Din düşmanı kesimlerin eline de tam bir irtica sermayesi verilmiş oldu. Bediüzzaman gibi allâmeler bile, 31 Mart Olayı ile yargılandılar; ama beraat ettiler.
31 Mart’ı gerçekleştiren Hareket Ordusunun arkasında İngilizler vardı ama bizden görünen ‘onların çocukları’ yapmıştı.
BETÖ(Baskıncı Terör Örgütü) 23 Ocak 1913 günü Bulgarlar, Edirne ve Çatalca önlerindeyken, Kurmay Albay Enver Bey (Paşa) sabıkalılardan müteşekkil 20-50 kişilik bir çete ile Babıali’yi bastı.
Babıali’yi muhafaza ile ilgili muhafız bölüğü, Dahiliye Nazırının haberi olmadan Cemal Bey (Paşa) tarafından yerlerinden alınmış ve başka bir yere götürülmüştü. Böylece baskıncılar rahatça içeri girdiler. Baskının kanlı safhaları dış sofada cereyan etmiştir. Dış sofa mücadelesinde 11 kişi öldürüldükten sonra başlarında Enver ve Talat beylerin bulunduğu çeteciler iç sofaya daldılar. Kendilerini engellemek isteyen sivil polis komiserini öldürdükleri sırada Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile karşılaştılar. Nazım Paşa, Enver’e; “Beni aldattın hani siyasetle uğraşmayacağına dair namus sözü vermiştin!” deyince, fedaisi Yakub Cemil’in tabancasından çıkan kurşunla alnından vurularak öldürüldü. Bundan sonra Talat ve Enver Beyler sadrazam Kamil Paşanın odasına girerek onu istifaya zorladılar. Ancak Kamil Paşa, devletin içinde bulunduğu durumu izah ederek böyle bir darbeyle hükumetten çekilmesinin felaketi artıracağını söyledi. Fakat silahla tehdid edilmesi üzerine istifa etti. Böylece yaşlı sadrazamın siyasi hayatı sona erdi. Bu sırada Babıali Baskınını duyanlar mahşeri bir kalabalık meydana getirmişlerdi. Toplanan kalabalığa İttihatçıların meşhur hatibi Teğmen Ömer Naci nutuk çekiyordu. Sokaktaki kalabalık arasında Almanya Büyükelçiliği Baştercümanı da vardı. Baskın planı için, Almanya Büyükelçiliğinde yapılan toplantı sonunda, Berlin’in izni alındığı açıkça görülüyordu. 1876 ve 1909 darbelerinin arkasında İngiltere vardı. Almanya ise Türkiye’de ilk defa bir darbeye karışıyor ve destekliyordu. Sadrazamın istifa mektubunu alan Enver Bey, saraya gitti. Babıali’de kalan Talat Bey, kendini “Dahiliye Nazır Vekili” tayin ederek bu ünvanla valilere emirler gönderdi. Kamil Paşa Hükumetinin Adalarla Edirne’yi düşmana verdiği için millet ve ordu tarafından iskat edildiğini bildirdi. Halbuki ne Edirne, ne de Adalar Kamil Paşa tarafından düşmana asla verilmiş değildi. Edirne’yi güya kurtarmak iddiasıyla Babıali’yi basıp hükumeti zaptetmiş olan İttihat ve Terakki komitesi, Kamil Paşanın kabul etmediği bu yerlerin teslim şartını hiç sıkılmadan kabul ederek, bütün Rumeli topraklarıyla beraber Edirne’yi de düşmana terk etti. Bu tarihi ihanetlerini de ters-yüz ederek millete anlattılar. Bu hükumet darbesinden sonra sadrazamlığa Mahmud Şevket Paşa getirildi. Babıali baskını neticesinde İttihatçılar fiilen yeniden iktidara geldiler.
Bab-ı Ali baskınının arkasında Almanlar vardı ama bizden görünen ‘onların çocukları’ yapmıştı.
DETÖ(Darbeci Terör Örgütü) 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 yılında ordu meşru hükümetlere karşı darbe yapmış tarifi imkansız büyük zulümlere neden olmuştur.
İki darbenin arkasında da Abd vardı ama bizden görünen ‘onların çocukları’ yapmıştı.
METÖ(Muhtıracı Terör Örgütü)12 Mart 1971 ve 27 Nisan 2007 yıllarında meşru hükümetlere karşı ordunun muhtıra vermesi. 12 Mart 1971’de muhtıranın verildiği Demirel hükümeti dik duramamış görevi bırakmış, 27 Nisan 2007 de ise meşru hükümet dik durmuş muhtıra sahiplerine ‘’haddini bil’’ şeklinde karşılık vermiştir.
İki muhtıranın arkasında da Abd vardı ama bizden görünen ‘onların çocukları’ yapmıştı.
PETÖ(Post Modern Derbeci Örgüt) 28 Şubat 1997 MGK ile başlayan, çok farklı teknik ve argümanların devreye sokulduğu ve meşru başbakanın istifaya zorlanıp, iktidarın azınlığa teslim edilip siyasi, ekonomik, eğitim v.b. alanlarda sayısız zulümlerin yapıldığı 1000 yıl süreceği ifade edilen 28 Şubat post modern darbe dönemi.
Arkasında Abd vardı ama bizden görünen ‘onların çocukları’ yapmıştı.
ETÖ(Ergenekon Terör Örgütü) Ordu içerisinde meşru hükümete karşı darbe hazırlığı yapan bazı grupların oluşturduğu örgüt. Bunlar amaçlarına ulaşamadan tespit edilmiş ve hukukun önüne çıkarılmışlardır.
Arkasında Abd vardı ama başrol oyuncuları bizden görünen ‘onların çocukları’ydı.
FETÖ(Fettullahçı Terör Örgütü) 40 yıldan fazladır, ince ince devlete sızan, 28 Şubat’ın önlerini tamamen açtığı 17/25 de kendini gösteren,15 Temmuzda kendi halkına kasteden, 251 vatandaşımızı şehit eden Fettulahçı Terör Örgütü.
Arkasında Abd vardı ama bizim zeki ve zenginlerimizin çocukları ‘onların çocukları’ olarak hareket etmişlerdi.
Ne olmuştu da bizim çocuklarımız devşirilip ‘onların çocukları’ olmuştu?
23 Eylül 2008’de ETÖ’nün gündemde olduğu ve Ramazan ayının son 10 gününe girdiğimiz manevi bir iklimde yazdığım yazıda ETÖ’yü tarif etmiştim.
Aslında ETÖ tarifi bizden devşirilen yukarıda zikrettiğimiz bütün örgütleri kapsıyordu. Tarif şuydu:
‘’Hepimizin artık öğrendiği ve dalga dalga genişleyen bir Ergenekon yapılanması var. Bu rahmet ayında şöyle bir muhasebe yapabiliriz. Ben bir fert olarak ne kadar bu gibi örgütlerden uzağım ya da ne kadar bu örgütlere yakınım ?
Sosyolojik ve iktisadi bir kuraldır dostlar: Arz talep dengesi.
Bir toplumda neye talep varsa , talep edilen o mal, o ihtiyaç arz edilir. Bu gün ülkemizde oluşmuş bu mafyavari teşekküller toplumun talebi olmasa bu kadar çoğalabilir mi, genişleyebilir mi?
Kanaat etmeyen, hırsla yaptığı ticarette bir an evvel köşeleri dönmeye çalışan tüccarın, bürokrasi basamaklarını 2’şer,3’çer çıkmak isteyen bürokratın, bir an evvel meşhur olup yıldız olmaya çalışan sanatçının, çocuğunu bir şekilde devlete yerleştirmenin hırsıyla hareket eden ebeveynin yolları mutlaka ergenekonvari yapılarla kesişecektir.
Zaten bu gibi yapıları oluşturan ,geliştiren, çoğaltan insanlardaki bu hırs ve kanaatsizliktir.
Hayat, dünya ve ahiret sermayesinin birlikte kazanılacağı, sınandığımız denendiğimiz bir alandır Müslüman için. Hayatı boyunca dünya ve ahiret kazancının peşinde koşan insan için en gerekli 4 şey çalışmak, sabır, tevekkül ve kanaattir. Bu gün %99 u Müslüman olan bu ülkede Ergenekonvari yapıların bu kadar çok olması Müslümanların bu 4 vasıftan ne kadar uzaklaştıklarının ispatıdır.’’
Bkz: http://www.cemilpasli.com/din/icimizdeki-erkenekonlari-temizleme-zamani
Ortalama 7 ile 10 yıl arasında kendini geliştirmiş ve doymaz bir hırsla halkına saldıran bu asalak örgütlerden kurtulmanın yolu herkesin bilerek veya bilmeyerek destek verdiği itirafiyle Taif duası yapıp şu mübarek günlerde Nasuh tevbesiyle arınmaktan geçiyor.
Taif duasında Allah Resulü karşılaştığı başarısızlıkta muhataplarını suçlamamış kendi özeleştirisini yapmış Rabbine yeniden imkan ve fırsat vermesi için dua etmişti. Rabbi de yıllar sonra o duayı kabul etmiş Taif halkı samimi Müslüman olmuştu.
Buyrun Taif duasını ihlasla, gözyaşlarıyla, samimiyetle, içten her iftar öncesi yapalım inşallah:
‘’Allahım. Kuvvetimizin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımızı ve halk nazarında hor görüldüğümüzü ancak sana arz ederiz.
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Çaresizlerin rabbi sensin. Allahım, huysuz, yüzsüz bir düşman eline bizi düşürmeyecek, hatta hayatımızın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bizi bırakmayacak kadar bize merhametlisin.
Allahım, eğer bize karşı kırgın değilsen; çektiğimiz mihnetlere, belalara hiç aldırmayız.
Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir.
Sana sığınırız.
Senin cemalinin nuruna sığınırız.
Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu nuruna sığınırız.
Allahım, sen razı oluncaya kadar senin affını diliyoruz.
Bütün kuvvet, her kudret ancak sendendir.
Allâhumme ileyke eş’kû dâ’fe kuvvetiy ve kîllete hiletiy ve hevâniy alennâs; Yâ Erhamerrahimiyn, ente Rabbül mustad’âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin bağiydin yetecehhemuniy, ev ilâ sadıykın karîbin mellektehu emrî. İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâliy, gayre enne âfiyeteke ev seûliy.Euzü binûri vechikellezi eşrekat lehu zulûmatu ve salâha aleyhi emriddünya vel âhıreti en yenzile bi gadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utba hatta terda ve lâ havle velâ kuvvete illâ bike