Gecenin karanlık yüzü aydınlığa göz kırptığı saatlerde iç dünyamın derinliklerine seyrü sefer ediyorum. Artık karanlık örtemiyor hakikatlerin gülen yüzünü. Her şey ayan oluyor gizli duygularıma. Dünyanın sessizliği, içimdeki çok sesli düşüncelere engel olamıyor.
Ruh denizim yine kabarıyor, dalgalanıyor. Kıyılarıma biriken kum ve çakıl taneleri sayısınca kederim… Gönül okyanuslarının ufuklarında ‘ya tahammül ya sefer’ seçenekleri çıkıyor karşıma. Tahammül de, sefer de zor seçenekler… Lakin hayat tahammülden ibaret…
İçimden gemiler geçiyor, meçhule yol alan düş yorgunu, hayal vurgunu gemiler… Gemiler hareket ettikleri limanlara hüzün bırakıyorlar. Son gemiyle birlikte ufuklar simsiyah bir perdeyle kapanıyor. Gizli bir el tarafından sürmeleri çekiliyor dünyaya açılan tek penceremizin. Hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide noksanlarım kâmil yanlarıma, uykularım uykusuzluklarıma, yanlışlarım doğrularıma, gazabım sabrıma, umutsuzluklarım umutlarıma, somurtkan yüzüm tebessümü resmeden dudaklarıma galebe çalıyor ne yazık ki…
Seherler minarelerden yükselip ruhlara bölüştürülen uhrevî ezan sesiyle munisleşiyor. “Namaz uykudan hayırlıdır” rahmanî ikazı, tüylerimin diken diken olmasına yetiyor. Müezzinin yalvarırcasına nidaları, içimde uyuyan devi uyandırmaya yetse de kaybedilen dünlere yanıyorum yine. Beni gafletin girdabına çeken uykularıma lanet ediyorum.
Kemik kavgasına düşen köpekler gibi, çöpleri karıştıran kediler gibi, her pisliğe konan sinekler gibi olmaktansa ateşe sarılan, orada ışığı arayan kelebekler gibi, ter denizlerinde yüzen karıncalar gibi, her çiçekten bal alan gayretli arılar gibi olmak istiyorum. Uykularımı uykusuzluklarıma gömüyorum.
Gönül kuşlarım uçsuz bucaksız göklerde hüznü yağmalıyor. “İçimden bir ses “Her can ölümü tadacaktır” diye haykırıyor nefsimin kepçe kulaklarına. Şair, ölümün ve sonsuzluğun şalına bürünen seherlerde nefsanî yanlarıma ders verircesine sesleniyor: “Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm” Tevekkül ve tefekkür çiçekleri boy atıyor içimin bozkırlarında. Donuk tebessümlerime “hay” sıfatının tecellisiyle hayat suyu değiyor. Akreple yelkovan arasına sıkışıp kalan hayatım hayat buluyor.
Düşlerimin ve düşüncelerimin gerisinde kalmış olmanın hüznüyle yeniden yaşıyorum ve çoğaltıyorum pişmanlıklarımı. Hiçlik denizinden sonsuzluğun aydınlığına akıyor başıboş duygularım. Varlıkla yokluk arasındaki çetrefil düğümü çözüyorum titreyen ellerimle.
Ötelerdeki hakikatler aşına oluyor karmaşık duygularıma. Gaflet perdesini yırtıyorum. İçimin küf kokan, bakımsız koridorlarında bir güneş arıyorum. Müebbede mahkûm hissiyatımı azat ediyorum.
Sahte güneşlere biat edenlerin aklına şaşıyorum. Gönül göğümü mekân tutan kara bulutlar yağacak şiddetli yağmurların habercisi oluyor. Bu yağmurlar içimdeki çölleri yeşertecek besbelli. Kerbela’da “su su!..” diyenlere ab-ı hayat olacak kurşunî göklerden süzülen bengisu hükmündeki altın damlalar… Toprak her bir damlaya bin bereket verecek.
Bulanık sular durulup hayat bulacak. Sular arındıracak içimizdeki kiri, pası. Düğümler çözülecek yolların kavşağında. Hayatın müsveddeleri temize çekilecek. Dualar yüce makama arz edilecek. Hayat hayata kapılarını açacak ardına kadar…