Önce milli devleti tanımlayarak işe girişmek gerek. Bunu yaparken de, milliyetçiliği bizden önce yaşamış Batı ve Doğu ülkelerine bakmalıyız.
Elbette Batı milliyetçiliği ile Doğu milliyetçiliği arasında büyük farklar vardır.
Evrenselci, sivil ve liberal milliyetçilik Batıya özgü görülürken, milliyetçiliğin etnik, tikelci ve liberal olmayan versiyonu da, Doğu milliyetçiliği olarak anlaşılmıştır.
Kapitalizmin yükselişi ve sanayileşme cephesinden bakılırsa, liberal milliyetçiliğin, Batıya özgü olması anlaşılır bir olgudur.
Batılıların gözünde, liberal milliyetçilik açık ve özgürleştirici olarak nitelenirken, Doğu milliyetçiliği zorlayıcı ve birey karşıtı olarak değerlendirilir.
Türkiye’de, insan merkezli politikaları savunan siyasi oluşumlar, aslında, Batı tipi milliyetçiliği savunduklarını söylemiş olurlar.
Batı Asya’da yer alan ülkemiz için, vaziyet, oldukça karışık bir durum arz eder. Çünkü hem Tanzimat’tan bu yana Batı milliyetçiliğinden etkilenmiş olmak, hem de Doğu coğrafyasında yaşamışlığın tarihi etkilerini taşımak…
Milliyetçilik bir aidiyet meselesidir. İnsanoğlu aidiyet ihtiyacı içindedir. Buna ister psikolojik yönden bakın ister kültürel yönden bakın, bu ihtiyaç hep vardır. Ve hep de olacaktır.
Milliyetçilik ideolojisi taklitçidir, hem de taklit ettiği ideolojiye karşıdır. Bu tanım, tam da, bizim içinde bulunduğumuz durumu açıklıyor diyebiliriz.
Doğu milliyetçiliğinin ruhu ancak tarihin içinden kavranabilir. Dil ve dinin kültürel varlığı belirleyici olmakla beraber, ötekine karşı aidiyetini, aslında güvenliğini ön planda tutar.
Emperyalizmi, emperyalizm olarak algılamak yerine, öteki olarak algılar ve öyle anlar.
Milliyetçilik bir değerler bütünüdür. Değerlere yapılan saldırı, aidiyet duygusundan ötürü, varlığa yapılan saldırı olarak değerlendirilir.
Milliyetçiliği besleyen temel kaynak; kolektif ret edilmişlik duygusudur. Bu sebepten, ulus ilkesi devletlerin tek ve yegane meşruluk kaynağıdır.
Buraya kadar milliyetçiliği ve milli devleti anlamaya çalıştık. Şimdi de, emperyalizmi tanımlamaya çalışalım. Daha sonra da, neden bu iki oluşum birbirinin karşısında yer alıyor, onu anlamaya çalışalım.
Sanayi devrimini tamamlayan milli devletler üretim fazlarını satacak Pazarlar aramışlar ve henüz gelişimini tamamlamamış milli devletlerin ulusal pazarlarını kullanmışlardır. Böylece sermaye birikimlerini bir ileri ki aşamaya taşımışlardır.
Bu arada kendi aralarındaki şirket rekabetlerini bertaraf ederek, şirket birleşmelerini gerçekleştirmişlerdir. Birleşen ve büyüyen şirkeler, önce birleşmiler ve tekelleşmeye ulaşmışlardır. Tekeller emperyalist ülkelerin doğrudan yöneticisi durumuna gelmişlerdir. ABD devleti;350 çok uluslu şirketin çatı örgütlenmesidir.
Büyüyen ve dünyayı yönetmeye yeltenen bu tekeller, ulus devletlerin kendi ulusları için verdiği kararları yok sayıp, kendi çıkarlarının gereğini istemişlerdir.
Ulus devlet yetkilerini devir alır bir konuma yükselmişlerdir.
Bu durum ulus devlet yöneticilerini kendi halklarıyla karşı karşıya getirir bir konum ortaya çıkarmıştır.
Çok uluslu şirketler, sadece ulus devletin pazarlarını istediği gibi kullanmakla kalmamış, kendi varlığını, ulus devlet varlığına karşı sürekli kılmak adına, ulus devleti küçük parçalara bölerek sürdürülebilirlik elde etmek istemiştir.
Anlatmaya çalıştığım bu iki yapı varlıkları bakımından birbirlerine karşı karşıyadır. Buna emperyalizm milli devlet çelişkisi diyebiliriz.
Bu çelişki, milli devletler lehine çözülmediği sürece devam edip gidecektir.
Rusya ve Çin de birer ulus devlettir. Bir Çin şirketi sizinle bir iş yapıyorsa, sizin siyasi işlerinize karışmaz. Ancak ABD’den gelen, çok uluslu şirket sizin iç işlerinize karışır ve sizi yönetmek ister.
Dünyada oluşmakta olan yeni dengeler, ABD aleyhine gelişmektedir. Bunu hazmedemeyen çok uluslu şirketler tek çara olarak dünya savaşını öngörmektedir.
Yaşadığımız süreç bu süreçtir.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
ulusal.com.tr