Çocukluğumun piramitlerinde dolaşıyorum, sığınamadığım sığınaklarımda. Ne kadar güvenliymiş dünya ne kadar beyaz. Bayatladı mı her güzel şey büyüdükçe ben.
Dama serili yataklarımızda uyurduk, yıldızlar mı korurdu bizi o zamanlar. Şimdilerde sokağa çıkmaya korkan bizler mi kirlettik dünyayı. Yoksa o çocuk yüreğimizle mi dünyayı temiz görmüştük.
Keşke hep çocuk kalsaydık deme lüksümüz var belki, lakin o yıllara dönüş yolumuz tıkalı.
Henüz 7, 8 yaşlarındayken yazları üç ay kaldığımız şehirden uzak çok sevdiğim bağ evimiz vardı. Babam hafta sonları uğrayabiliyordu ancak, işinden dolayı. Bağdaki işleri yapan geçici isçiler olurdu, bir de her yazı bizimle geçiren Hıdır emmimiz vardı. Kimi kimsesi yoktu. Belki de onun kimi de kimsesi de bizdik. Onu hem çok sever hem de çok korkardık. Bağdaki meyve ağaçlarının, bostanların sulamasını yapardı. Geceleri evin karşısındaki dut ağacının kökünde onun için serilen yatakta uyurdu. Çok konuşmazdı, arada sırada bizle sakalaşmasına her defasında şaşırsak da içimizde gizli bir sevinç ayağa kalkardı.
Hangi meyve olursa olsun olgunlaşmadan kopardığımızı gördüğünde kötü azarlardı, kendi bağımızda çok kez hırsızlık yaptığımızı biliyorum, sanki bilmiyordu erik yeşilken ekşi ekşi daha güzeldi.
Birde çomar adında kocaman bembeyaz tüyleri olan köpeğimiz vardı. Ağzını kocaman açıp esnese de çoğu kez, işe yaradığı zamanlarda oluyordu. Gelen giden olduğunda uzun uzun havlayarak bizi haberdar etmesi gibi…
Şimdilerde gülerek, imrenerek hatırladığım anılarla dolu ah o yıllar…
Bir defasında ablamla armut ağacının üzerine çıkmıştık, değmiş olan armutları ararken, Hıdır emminin bizim olduğumuz yöne doğru sırtında kürekle geldiğini gördük. Tam üstünde bulunduğumuz ağacın altından geçip fındıklı havuzu salmaya(sebzeleri sulamaya) gidiyordu. Nasılda nefeslerimizi tutmuştuk, bizi fark edip kızmasın korkusuyla. Çocukluk bu ya o bizden uzaklaşır uzaklaşmaz ağaçtan yere atlamış sonra da koşar adım uzaklaşmıştık. Olanın biteni anlamış olacak ki arkamızdan koşmuştu o da. Hoş biz kopardığımız armutlarımızla eve sığınmıştık çabucak…
Hafta sonları mutlaka misafirlerimiz olurdu. Hem de yığınla. Bazıları bir kaç hafta bizimle kalırdı. Bazıları da boş sepetlerini meyve sebzeyle doldurur, akşama arabalarının arkaları tıka basa dolu olarak evlerine dönerlerdi. Ağaçlar kırılır, bostanlar zarar görür vs… Ama bundan dolayı hiç bir misafir azar işitmezdi. Hıdır emmi kendi kendine herkes gittikten sonra söylenirdi garibim.
Bağ evi üç odalıydı, yan tarafında da hayvanların kaldığı ağıl vardı. Annemler içerde uyurdu, biz çocuklara dama yatak sererlerdi, gökyüzünü seyrede seyrede çok tatlı bir uykuya dalardık. Yazın en sıcak olduğu zamanlarda orda geceler ne soğuk olurdu, yorganımıza sıkı sıkı sarılarak sabahlardık. Ayın ay boyunca incelişini ve yeniden dolunay olusunu izlemek çok güzeldi. Kayan her yıldızla dilek tutmak ya da en çok parlayan yıldızı kendimize seçmek. Ve bazen bunun için kavga edip ağlayarak uykuya dalmak. Ne çok gereksiz şeye içerlenmişiz hiç bir şey sebep değilken. Ne kadar güvendeymişiz çocukken.
…
En yakın sınır komşumuz bağlarının bakımı için haftada bir kaç kez uğrayıp akşama eve dönerlerdi. Evin hemen altındaki havuzu onlarla ortak kullanıyorduk.
Annemlerim evde olmadığı bir gün;
Benden bir büyük ablam, hayvanları dağın yamacına salmış son ses radyo dinliyordu yanı başımda. Bir ara en küçük(2 yaşlarında) kardeşimin ortalarda görünmediğini fark etmiştim. Panik içinde sağa sola bakınırken onu havuzun üzerinde hareketsiz olarak gördüm. Adımlarım kilitlendi, adım atamadım. Attığım çığlıkla yengem evden dışarı fırladı, bakışlarımın kilitlendiği yöne doğru koştu. Havuzla ev arasındaki yamacı hızla inerken ben hala şoktaydım. Kardeşimi sudan çıkarmışlardı, nefes almıyordu. Bağları bağlarımızla bitişik olan komşular bağırtılarımıza koşarak gelmişlerdi. O panik anında aklıma nasıl geldiyse bilmiyorum, kardeşime suni teneffüs yaptığımı zar zor hatırlıyorum. Bir kaç kez denedikten sonra, sonunda nefes almaya başlamıştı ama dişleri birbirine kenetlenmişti. Komşulardan kadın olan kardeşimin yutmuş olduğu suyu ters çevirerek boşalttı. Sonra dişlerini zorla açmaya çalıştı, iki parmağını dişlerinin arasına yerleştirdi zar zor. Kardeşimin dişleri nihayetinde açılmıştı birbirinden, lakin komsu kadının parmaklarının üzerindeki eti kemiğine kadar sıyırarak. Bunlar olurken kadından hiç ses çıkmamıştı. Ne kadar iyi bir kadın diye düşünmüştüm, minnet duyarak. Daha sonra kardeşimi hastaneye yatırdık belli bir süre konuşmamıştı hiç …
Bu sadece bir anı belki. Çok zaman mı geçti de dünya bu kadar değişti. Şimdi var mı hiç bir kuşku duymadan evinin damında uyuyacak. Şimdi var mı komşunun feryadına merhem olacak can acısı!!!
Çocukluğumu özledim anne… Şimdilerde ülkem ayaklanıyor ben sancısını taaaaaaa uzaklardan duyuyorum. Canım yanıyor anne, içim eziliyor. Gözyaşlarımı gâvur mendilleriyle siliyorum. Çocuk olmak istiyorum anne yeniden sıcacık kucağında her şeyden habersiz. Türk, Kürt nedir bilincinde olmadan yeniden kardeşçe el ele mutlu mesut, geceleri gözlerime yıldızları, üzerime karanlığın aydınlığını yorgan yaparak uyumak istiyorum ülkemin en ücra köşesinde. Yeniden bağ evimizin kapısı sonuna kadar açık, yığınla bahçeyi talan eder gibi ziyaretçiler gelsin istiyorum. Paylaşabileceğimiz varlıklarımız olsun istiyorum anne…!!!
O Türk ya da Kürt komşunun, kardeşimin yaşaması için elinin acısını duyumsamadığı gün gibi bir olduğumuz günlere yeniden güneş doğması çok mu büyük bir hayal sence…
Çocukluğumun piramitlerinde `IRKSIZ ve ÇIPLAK´ dolaşıyorum anne!