Yaşı kemale ermişler çok iyi bilirler,
Vaktiyle hafta sonları yayınlanan bir eğlence programı… Bu programın içerisinde de mini bir yarışma bölümü vardı.
Sunucu sahneye çağırdığı yarışmacı soruyu bilemediğinde gerisin geriye İzmir Marşı ile gönderirdi.
Bazılarımız için İzmir Marşı bundan öte bir şey ifade etmiyor.
Dombra ise; Edirne’den bir adım sonrasını hayal edemeyenler ile Iğdır’dan ötesini yok farz edenler için hamaset duygularını kabartan sıradan şarkılardan bir şey değildir.
Esas konuma başlamadan müsaadenizle araya bir şey sokuşturayım,
Rahmetli Süleyman Demirel bu işi çok iyi becerirdi. Onunki sanattı. “Tam bir (lafebesi)demagoji ustası idi. “Petrol vardı da biz mi içtik.” Sözünün kolay alt edilemeyeceği artık iyice belli oldu.
Umudum Devlet Bahçeli idi. Ama “Türkiye’de diktatörlük olmaz. Çünkü diktatör kelimesi Türkçe değil.” Dedikten sonra bu konudaki umutlarım hepten suya düştü. On sekiz yıl neden MHP’nin başında kaldığını da ayan-beyan anlamış olduk.
Neyse… Biz yine konumuza dönelim,
Her ne kadar sık kullanmasalar da Dombra şarkısını AKP, İzmir Marşını da CHP seçim müziği olarak kullanmakta.
Her iki şarkı ya da marşın şarkı sözleri farklı şeyler söylese de; Her ikisi de ideolojik duygulara hitap eden, hamaset dolu methiyeden başka şeyler değil.
Bu marşları çalmakla,
Öncelikle şu mesajı vermiyorlar mı? Pozisyonunu belirle, gardını al, hasmını bertaraf etmek için saldırıya hazır ol.
Kime karşı, neye karşı?
Birinci soru bu… İkincisi ise hangi mevziyi savunuyorsun ya da neyi ele geçireceksin?
Bu iki soru; Görünürde yönetim biçimimizi yeniden düzenleyen (elbette önemi inkâr edilemeyen) anayasa değişikliği referandumundan başka bir şey olmayan seçimde sorulması, akla gelmesi dahi abes sorular olması gerekmez mi?
Marşlar önemsendiğine… Pozisyonlar alındığına… Sorular unutturulmadan akla getirildiğine göre;
Anayasa referandumu öyle zannedildiği gibi “daha iyi yönetimden” çok suyun başını kaybetmeme, devlete iliklerine kadar sahip olmak ve en önemlisi “hasmını” tasfiye etme hareketidir. Bu tasfiye de öyle seçimde fazla oy almak üzerine değildir. Bu çok masum kalır.
Dedikten sonra ufak bir makas değişikliği yapıp yazımıza bir soru ile devam edelim.
Suyun başı kimlere kalır?
Bu soru aslında bir muamma… Cevaplaması çok zor soru ve uzmanlık işi. Tam bir Ulu Meşelik. Ama benim Ulu Meşem de yetmez.
Lakin sizlere kendi çapımızda fikirleşmemiz için ufak bir-birkaç ipucu vermek istiyorum,
Çarlık Rusya’sı yıkılıp Sovyetler Birliği kurulunca, Sovyetler Birliği yıkılıp Rusya Federasyonu kurulunca Ruslar ne kaybettiler? İki geri bir ileri… Ya da iki ileri bir geri gittiler ama misyonlarından ve vizyonlarından bir şey kaybetmediler. Neden?
Soru iki,
Tarihin birikimini çöpe atan 923’lerin sistemi veya kesimin doksan yıl sonra düştüğü acıklı durumundan böyle bir rakip çıkartmasına mani olamaması neden? Ve bu kesim buna rağmen geleceğimizi teminat altına alabilir mi?
Sonra,
Böyle kokuşmuşluk tarlasında kendisini gizleyerek bir cevher yetişebilir mi? En önemlisi yetişmesine izin verilir mi idi?
Komplocu huyum galebe çaldı yine… Anayasa referandumumuz bizim “savaşımız” değil aslında… Biz en tepedekinden en aşağıdakine kadar sadece “orta oyuncusuyuz.”