İnanç saygınlığının siyaset çarkının ortasından kurtulamadığı bir ülke.”Tanrıya inanan adam olmak kolay, ama asıl önemlisi asıl zorluk, tanrının inanacağı adam olmakta” Einstein böyle demiş. Ama şimdi birilerinin toplumun saf
duygularını, dine olan sadakati kullanarak siyasete alet etmeleri, tehlikelere dönüşecek bir amaç içinde olmaları felaket demektir. Kendi kaderini arayan millet demek istedim yazıma.
İnsan hayatının yazılmasının adıdır İlk uyanış, Bekleyiş, Tükeniş. Daha doğrusu biz buna kaderin çizgileri desek daha doğru olacak. Kaderin üç çizgisi daima alnımızda yazılıdır, nereye gidersek gidelim yazılmış kaderimizi değiştirme şansımız yoktur. Ama bazen başkaları alnımıza yazılmış kaderimizi duygularımızı heyecanlarımızı çalarak kendileri yazmaya çalışır.
Tanrının yazdığı kaderin içinde yer alan savaşın sonradan acıya dönüşmesi, zor yılların yaşanması, insan duygularının elinden kandırılarak alınmasına kader dememiz mümkün mü? Eğer öyleyse biz buna nasıl bir kaderin adını koyacağız acaba? Sözün bittiği yer demek sanırım bana kolay geliyor, zira buna başka bir isim koyamayacağımı biliyorum… Biliyorum çünkü onların istedikleri sadece hayatların sönmesi, aydınlıkların hep karanlıklarda kalması. Zira onlar aydınlıklardan daima rahatsız olanlardır. Karanlıklarda kalmanın işlerini kolaylaştırdığını biliyorlar. Sözün Bittiği Yerde kaldığımızda, gücümüz tükenecek ve karanlığa çaresiz kalarak katlanacağız istedikleri budur. Ama bazen insanoğlunun inanılmazı başararak kaderini aydınlığa dönüştürdüğünü de unutmamak gerek.
Türkiye karanlıklarda kalmaya değil, aydınlığın, cumhuriyetin ışığında saygın bir ülke olmayı hak ediyor. Ne zaman günde 6 saat TV başında uydurma içi boş kadın programlarını seyretmekten vazgeçip, bunun yanında okuyan, sanata, bilime, zaman ayıran bir toplum olursak. İşte o zaman saygın bir ülke olmanın huzurunu yaşarız. Yılda sadece 6 saat kitap okuyan bir toplum olmak acı veriyor insana. Toplum adeta televizyonlarla senaryolaştırılmış programlarla narkozlanmış durumda. Okumayan eğitim yoksunu bir toplum asıl gerçeklerden nasıl haberdar olacak. Gelinen noktada bu gerçeği düşünmek düşündürüyor insanı.
DÜŞÜNEN BİR TOPLUM…
Bu ülkede yaşananlara baktığımda, birileri başkalarının yaşamlarında söz hakkının olduğunu, ve onların hayatlarını çalarak karanlıklara gömmenin işini çok iyi biliyor bana göre. Ama nedense şimdi yaşadığımız düzende, kendi hayatlarının geleceklerinin ellerinden alınmasına göz yumanlar, doğrulup da ayağa kalkacak durumda değiller. Korkan bir toplum yaratanlar, şimdi eserlerine baktıklarında sanırım mutlular. Cahil korkan bir toplumdan akıl beklemek mümkün mü? Kendi geleceğinden bile korkar halde yaşayan bir toplum olmak, hala nasıl bir demokrasiyle yönetildiğini bilmeyen bir toplumun, bana göre her iki adında yansımasıdır. Böyle bir toplum, nasıl kendisini yöneten sistemi sorgulama hakkını kendisinde görebilir. İşte burada akıl ve bilim, her zaman aradığımız bir gerçeğin adı değil midir? Kahramanı olmayan bir ülkede tarihten söz edemezsiniz, akıl ve bilim gerçeği de, kahramanlık ve tarihin silinmeyen adıdır.
Atatürk ”akıl ve bilim milletime bıraktığım en değerli mirastır” demiş. Peki, bugün biz bu mirası ne kadar koruduk acaba? Karanlığın en çok sevmediği akıl ve bilimdir, ama biz karanlıklardan aydınlığa çıkmaya çalışacağımız yerde, cumhuriyetin çağdaş değerlerini karanlıklara gömmeye çalışmanın telaşı içindeyiz. İnsan hak ve özgürlüklerinin yansımasında korkunun hakim olması demokrasiye zarar verecektir.
Düşüncesini toplumla paylaşmak adına bir gazeteci, yazar, düşünce adamı, kendisini bu korkunun içinde buluyorsa buna demokrasi diyemezsiniz. Özgür bir toplum olabilmek, Batı demokrasilerindeki çağdaş değerlerle bir arada olabilmenin saygınlığı demektir. Eğitimde, sanatta, bilimde, tarihin değerlerinde, edebiyatta, tüm özde dolaysız değişimlerin paylaşımının adıdır. Elbette farklı düşüncenin fikirlerin hakim olduğu bir siyasal yapı olmalı, buda demokrasinin bir gereğidir. Her türlü düşünce ve fikirlerin özgürce tartışıldığı bir ülke olmak istenen bu olmalı.
DARBELER, DARBELER…
Türkiye bu güne kadar darbelerden çok bedel ödedi, her türlü darbenin karşısında olduğumu yazdım,70 yaşında biri olarak her darbeyi yaşadım. Darbelerin ülkeye getirdiği zararın telafisi mümkün olmadı, insan canının, yüreğinin, beyninin zarar gördüğü gibi, koca bir ülkenin çağ dışı bir düzene itilmesi demek ti. Bu ülke bu sonu hak etmiyor. Uygar, özgür, huzurlu bir ülke olmanın tek yolu demokrasinin birlikte paylaşımı demektir. Siyasi anlayıştan, bu değerlerin ışığında daha duyarlı kararlar almasını beklemek, bir vatandaş olarak demokratik bir hak talebim sayılmalı. İnançlara saygının, tarih ve cumhuriyete bağlılığın, akıl ve bilimle bir arada yaşamanın, özgür düşüncenin, sanatın, sanatçının, bilim adamının, gazeteci, yazar her düşünceden insanın tutsak olmadığı bir ülkede korkmadan yaşamak, işte özde dolaysız demokrasinin de istediği budur. Dilerim bir daha darbeler yaşamaz bu ülke, çünkü başka yaşayacağımız bir başka ülke var mı? Atatürk akıl ve bilim mirasında, Türkiye’nin dünyada yaşanır olmanın, vatan olarak değerlerinin, başka yerde olmadığının da adını veriyor aslında. Biz bu değerlere bu vatana hep birlikte sahip çıkmalıyız.
Şimdi yaşananlara baktığımda, her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu bir dönem içindeyiz. İnsan hak ve özgürlüklerinin, aydın düşüncenin, toplumla bir arada paylaşımı içinde korkunun yeri olmamalı. Sisteme hakim anlayışın, özgürlüklerin yaşanması noktasında, hak ve hukukun dışında bir anlayışın içinde olmayacağını düşünmek demokrasinin bir gereğidir. Böyle bir anda vatandaş olarak ülkeyi yöneten anlayışa yardım etmek, ülke de huzur ve barış için her türlü çalışmanın içinde olmaksa bir vatandaşlık görevi değil midir?
Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Vatandaş demokrasi saygınlığında hak ve özgürlüklerini savunurken, birilerinin de bu mücadelede, toplumun hak ve hukukun güvencesiyle korku travmasından kurtulmasında, ayrıştırıcı değil birleştirici olması gerekiyor. Barış ve huzuru bozanlara, vatana ihanete her zaman karşı durmak bir demokrasi sorumluluğudur. Ancak vatana ihanet edenle, vatanını sevenleri ayırabilmek asıl önemli olansa budur. Dilerim Türkiye bu zor günleri kısa zamanda atlatacaktır.
Prof. Dr. Levent Seçer