Bugün (15.03.2016) basında, 13 Mart Kızılay katliamında yaşamını yitiren teferruat yaşamlardan dram öyküleri yer almaya başlamış… Sevgililer göz göze parçalanmışlar, gençlerin umutlarına şarapnel saplanmış, “İpek”ler katran karanlığına batırılmış, gün sonu sıcak yuva düşleri morglarda son bulmuş… Sen gibi ben gibi sıradan insanlarımız, adalet arayamayacakları, davasını takip edemeyecekleri maktuller verdiler toprağa… Ve çığlıksız bir öfke ile konuşmayı yasaklıyoruz sessizce kendi kendimize…
Konuşamaya utanıyoruz artık matem tutanların gözyaşları karşısında; eziliyoruz, pısıyoruz… Adalet, insan hakları, hakkaniyet, etik, ahlak, özgürlükler, mutluluk, esenlik, dostluk, barış… Demokrasi adına dillendirdiğimiz, dillendireceğimiz tüm kavramlar pısıyor… Akıl tutuluyor, düşünce kendini tutukluyor düşlerinin yarattığı parmaklıkların ardına… Terör, en çok demokrasiyi vuruyor teferruat yaşmaları parçaladıkça…
Hayallerimiz vardı; bilim, teknoloji, emek küreselleştikçe barış da küreselleşecekti; mutluluk, adalet, akıl keza… Lakin terör de küreselleşti… Uluslar arası “haksız ve hırçın” rekabetin aracı olayazdı terör… Hayaller ötelendi, barışlar ötelendi, demokrasi ötelendi… Terör, demokrasinin ayağına değil yüreğine kurşun sıkar oldu ülkemde…
Demokrasi yara aldıkça teferruat yaşamların hepsi kaybediyor… Türk kaybediyor, Kürt kaybediyor; Arap, Arnavut, Çerkez, Gürcü, Boşnak, Zaza, Ermeni, Rum velhasıl kim kendini ne hissediyorsa kaybediyor. Ve hatta hangi inatça olurlarsa olsunlar kaybeden işçi, esnaf, öğrenci, memur, sanatkâr, zanaatkâr, öğrenci, çocuk, erkek, kadın olan teferruat yaşamlar oluyor… An geliyor ki, “sayın yaşamların” yüksek perdeden cilalı nutukları acılara ilaç olamıyor…
Acılar öfkeye dönüştükçe de demokrasi kaybediyor. 15.03.2016
……..
İşler güçler nedeniyle yukarıdaki yazıyı tamamlayamadan ve araya İstanbul Siyasal Vakfı Konya Grubu’nun daveti üzerine 18 Mart’ta Konya’ya gittiğimizin ertesinde Konya’ya 7 km. mesafedeki tarihi Sille’yi gezimizden dönerken (19.03.2016) bu kez de, İstiklal Caddesindeki canlı bombalı “cihatçı terör” saldırısı haberini aldık… Daha bir yarım saat önce, temiz bozkır havasında, tarih içinde gezinip baharın çiçeklere büründürdüğü ağaçlarda fotoğraflıyorduk kendimizi… Samimi dostlarla yaşamı sevmenin tadını çıkarıyorduk; onurluca, kardeşçe, barış içinde yaşamayı seviyorduk… İstiklal Caddesinde patlayan bomba yaşama sevincimizi de vurmuştu Sille’de…
Üç günlük İstanbul’dan kaçışımızın bedelini masamın başında telefi etmeye çalışırken, “cihatçı terör” (ki notlarımın başlığına bu tanımlamayı da eklemek zorunda kaldım), bu kez, yerine göre uluslar arası meydanda terörü kullanan Avrupa’yı da vuruyor dün itibariyle… Sermayenin, teknolojinin, bilginin küreselleştiği günümüzde terör de küreselleşiyor ister istemez… Küreselleşemeyen ise emek! Emek ise, ölümüne küreselleşmek istiyor Ege Denizinde… Ve fakat nafile… Çünkü emeğinde teröründe hem hammaddesi hem hedefi insan… Terör insanlığı hedef aldıkça emeğin küreselleşmesi uzun zamana yayılacak gibi… Emek küreselleşemedikçe de insanlık terörden arınamayacak… (Ve günümüzde emek sadece işçi sınıfından ibaret değil, teferruat yaşamların hepsini kapsıyor artık…). Yönetenler, akademisyenler, hukukçular, uluslar arası arenada söz sahibi olanlar artık terörü bu yönüyle düşünmek zorundadırlar…
Kısaca şunu da ifade etmeliyim ki, “cihatçı terör” etnik terörden daha tehlikeli olmaya başlamıştır ülkemiz ve dünya için… Çünkü cihatçı terör, canlı bomba olarak intiharı kutsuyor ve “ibadet” olarak görüyor, cennet müjdelenen bir ibadet… Obez kapitalizmin insansız ve insafsız rekabeti, özellikle Ortadoğu kökenli dinlerin teolojik çatışmaları “cihatçı terörü” körüklüyor… Metalaştırılan her değer gibi, metalaştırılan “Tanrı” kavramı da “cihatçı terörün” sermayesi oluyor ne yazık ki… İşte bu noktada, din adına söz söyleme mevkisini elde eden din adamları da söylem ve eylemlerini gözden geçirmenin vebali altındadırlar!
Dünya anlamalıdır ki, günümüzde, karşılıklı öldürmelerle ve “kutsanmış ölümlere” methiyeler düzüp ağıtlar yakmalarla terör yok edilemez… Dünya deneyimi göstermiştir ki, etnik terörle “masaya” oturulabilir ama “cihatçı terörle” masaya oturmak mümkün değildir… Çünkü cihatçı terörün dünyevi bir hedefi yoktur, insanlık (hümanizm) hedefi yoktur, bir arada barış içinde yaşama hedefi yoktur… Cihatçı terör geçmişte Hıristiyanlığa musallat olmuştu bugün İslam’a… yarın hangi inanç ve mezhebe musallat olacağını şimdiden bilemeyiz… 23.03.2016