İlmik ilmik dokuduğum yaşamım acısıyla tatlısıyla önüme birikmiş kocaman bir dağ olmuş. Şöyle bir sayfa aralarını karıştırıp bakıyorum meğer ne çok şey yaşamışım. Kimini hala gelenek olarak sürdürürken, kiminin de zaman içinde alışkanlık
olarak devam ettiğini yeni fark ettim. Bu konuda düşündükçe içimden “Alışkanlığı az olan insan daha özgür insandır.” diyesim geliyor.
Peki, her sabah doğan güneş, birçok yenilikle aydınlatmıyor mu yüzümüzü? Yeniden, yeni birçok şey alışkanlığımız olmuyor mu zaman içinde? Sonra da unuttuğumuz alışkanlıkları da unutmuyor muyuz?
“Alışkanlıklar kendi kendimize yaptığımız bilinçsiz kısıtlama mıdır?” diye düşünüyorum. Yahut “alışkanlıklarımız olmasa hayatımız nasıl yürürdü?” diye soruyorum içimden. Yaptıklarımız yarım mı kalırdı acaba? Sevdiklerimizi daha az mı özlerdik ya da sevdiklerimiz olur muydu du? Alışkanlıklar insan zihninin ilerlemesine engel mi?
Bu sabah anladım ki insanoğlu her şeye alışıyor. Kimisinden vaz geçiyor, kimisinden de ”Vaz geçemem” diyor. Belki de gücü yetmiyor, ya da cesur değildir insan, kolay değil elbet, bildiğini alıştığını bir kenara bırakıp yeniye başlamak.
Hocamın verdiği alışkanlık konulu deneme yazısını nasıl yazarım diye günlerdir düşünüp duruyordum. Bu sabah iş yerimdeki koridorda yürürken, kapı aralığından gördüğüm arkadaşımın gülümseyen yüzü gözüme ilişti. “İşte aradığım konuyu buldum,” dedim.
Açık duran kapıya doğru yönelip, küçük bir tık yaptım. İşe başladığımda edindiğim bu alışkanlığımı, yirmi üç yıldır hiç aksatmadan devam ettiriyorum. Artık hiç düşünmeden elim kendiliğinden bütün kapıları tıklıyor. Evimde salonumda mutfağa giderken de boş olan mutfağın kapısına tıklamadan girmediğimi fark ettim. Doğrusu üstünde de durmuyorum, sonuçta kimseye zararı ziyanı yok.
Bu yazdıklarımı düşünürken aklıma Hasan Beyin daha birkaç ay öncesine kadar omuzları düşmüş, yüzü çökmüş hali geldi. Haklıydı da. Üç yaşında ki kızı Zeynep, kalp nakli bekliyordu. Kederini paylaşmak, onu zor günlerinde yalnız bırakmamak için elimden geldiğince yanında olmaya çalıştım. Her telefonu çaldığında kalp bulunmuştur ümidiyle heyecanla telefonuna bakıyordu. Ben ise onun bu halini görünce sustum hep. Bir sohbetimizde “ İnşallah kalp bulunur diyemiyorum, bir kalbin bulunuşu bir başkasının ölümü demektir.” dediğimde gözünden akan yaşlar içimi yakmıştı. Menfaatimiz gereği olan her şeye, ne çabuk alışıyorduk.
Biliyorum ki her zaman insanoğlunun fıtratı önce “Ben” demiştir, ya da ben öyle algıladım bu güne kadar. Günler sonra beklenen kalp bulunup, Zeynep ‘ e nakil yapıldı. Buruk duygular içinde aylarca sonuç bekledik, bu sürede beklemeye de alıştık. Uzun beklemelerin alışkanlığa döndüğü günlerden bir gün “Zeynep gitti.” dediler. Koştuk Hastaneye ardından mezarlığa gittik. Önce ürperdim kapıdan girince. Yazın en şiddetli sıcağından olsa gerek kokuyordu mezarlık, belki sürekli orada kalsaydık ona da alışırdık. O an bir tek ona alışamadık. Küreğe doldurulan her toprak Zeynep’ i örterken, o na olan alışkanlığımızı da toprağa gömüyordu. Yandı içimiz, ağladık. Birkaç damla gözyaşıyla veda ettik, bir daha geri dönmeyecek yolcuya. Hasan Bey Zeynep’ in yokluğuna alışamaz, bir daha gülmez yüzü dedik, ama güldü.
Zeynep’ siz bir dünyaya da alıştık. Alışmalı mıydık ya da alışmasak ne olurdu bilmiyorum. Ama alıştık işte.