CHP’nin açıkladığı “Mega Proje” sayın Başbakan tarafından daha önce yazıldı mı bilemem, ama naçizane ben, CHP üst düzey yöneticilerinden birisine 20.01.2015 tarihinde sunduğum yazımın ekonomi ile ilgili bölümünün 2. Maddesinde “uydu sanayi şehirleri” kurulması gerektiğini yazmıştım. (J) Keza ilerleyen başlıklarda Diyanetle ilgili görüşlerim HDP’nin görüşleri ile paralellik gösteriyor.
Önerilerimin geneli ilgilendiren bölümü aşağıdadır. Aklın yolu bir olunca bu topraklarda yaşayan insanların ortak paydaları genişletmesi çok da zor değil… Yazımı sizlerle paylaşmamın artık bir sakıncası yok…. Selamlar…
CHP’NİN SEÇİM STRATEJİSİNE YÖNELİK ÖNERİLER
CHP örgütleri gerek 2011 genel seçimlerinde ve gerekse 2014 yerel seçimlerinde, özellikle “jet üyeliklerle”, merkezden, listelerde öne geçirilen adaylara tepki duymuştur. Bu tepki ya sandığa gitmemek veya seçim çalışmalarında pasif kalmak şeklinde bir tepkiyle kendini göstermiştir. Parti içindeki bir kesim hala CHP’nin bir kitle partisini olduğunu kabullenememekte, kendi kişisel ideolojisinin (Kemalist, Atatürkçü, Sol, Sosyalist, Liberal vs.) mutlak hâkimiyetinin uzantısı olarak görmek istemektedir. Hâlbuki bir kitle partisi bunların hepsidir. Bu özellikle üyelere iyi anlatılmalıdır.
Seçmen akademik söylemlerden ziyade, kendi günlük yaşamdaki somut sorunlarına somut çözümler öneren söylemlere ilgi göstermektedir. Suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan bir kitle için kanun devletinin hukuk devletine üstün olması (galebe çalması) pek bir anlam ifade etmiyor. Bir lokmayla bir hırkaya, bir barınağa ihtiyacı olan geniş seçmen kitlesi için demokrasinin soyut kavramları günlük yaşamlarında karşılık bulmuyor. Demokrasinin olmazsa olmazlarından fırsat eşitliği, seçmenin kendisi işsiz kalmadığı, çocuğu iş bulduğu sürece de bir anlam ifade etmiyor.
Adam kayırmanın liyakatın önüne geçmesi ile yönetimin ehil olmayanların eline geçmesinin gelir dağılımını da bozmaktadır. Ekonomik kaynakların etkin yönetilemediğinde ve sonuçta teknoloji ve katma değerli ürünler üretemeyen bir ülkeye dönüştüğümüz, dünya ölçeğinde gerilere düşeceğimiz gerçeği de kısa vade de seçmeni pek ilgilendirmiyor. Çağdaş devletlerde sosyal faydanın tüm vatandaşlarca paylaşıldığı; bireysel faydanın “kutsanmasının” ise çalışma yaşamı, yaşanabilir çevre, toplumsal ahlak, ticarette etik değerleri yozlaştırdığı da kısa vadede seçmeni ilgilendirmiyor.
GENEL:
1) Siyaset günümüzde güç ve algı yönetimi sanatına dönüşmüştür. Güç özgüven, algı yönetimi ise, sanıldığının aksine aldatma değil, ikna sanatıdır. Parti bu görüntüyü (Güçlü ve özgüvenli) sokaklarda, STÖ’de, meslek örgütlerinde, meslek odalarında, derneklerde ve hatta apartman ve site yönetimlerinde bile verebilmelidir. “Kapı kapı” dolaşmaktan bu anlaşılmalıdır.
2) Ekonomi, tarım, eğitim, sağlık, adalet, dış siyaset vs. alanlardaki hataların/eksikliklerin seçmenin günlük yaşamına nasıl yansıdığı ve gelecekte nasıl etkileneceği görsel ve gerektiğinde “sokak ağzıyla” anlatılmalıdır.
3) Tarihle kavga edilmez, ders çıkarılır. CHP’yi tarihle ve tarihiyle kavgalı göstermeye çalışan söylemlerin tuzağına düşülmemelidir. Bu siyasi tuzak, CHP’yi, gelecekle ilgili (muasır medeniyet) projeler üretmekten alıkoymaktadır.
4) Demokrasinin eğitim, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda fırsat eşitliği olduğundan hareketle devlette liyakat, ehliyet ve denetlenebilirliğin geçerli ve bir zorunluluk olması gerektiği kamuoyuna anlatılmalıdır. Türkiye, tarihiyle değil, dünyanın gelişmiş demokrasileri ve ekonomileri ile rekabet etmelidir. Denetlenemeyen bir demokrasi beşeri ve ekonomik kaynak israfıdır ki, sonuçta ülkenin yarattığı ekonomik değerler ve kadrolar basiretsiz yönetici ve tacirlerin eline geçmektedir.
EKONOMİ:
1) 21.yy’da, mülkiye kavramı, kutsallığını ve mülkiyetin kimin elinde bulunduğu önemini yitirecek, nasıl yönetildiği ön plana çıkacaktır. Sonuç itibariyle devlet, toplumun, üretimden tüketime ve hatta tüketim artıklarının yok edilmesine dönük biyolojik ihtiyaçlarının; eğitimden sanata kültür ve sosyal ihtiyaçlarının; sağlıklı çevre ve yaşanabilir kentleşmeye esenlik ihtiyaçlarının giderilmesi için bir örgütlenme projesidir.
2) Aşırı şekilde sanayileşen ve büyüyen İstanbul, Trakya ve Marmara bölgesi için yeni imar ve sanayileşme politikaları belirlenmelidir. Bu bölgede artan sanayi ve nüfus nedeniyle alt yapı yatırımları her geçen gün daha maliyetli duruma gelmekte üstelik çözümde olamamaktadır. Bu bölgelere yapılacak alt yapı yatırımları yerine Anadolu’da yeni uydu sanayi bölgeleri ve sosyal konutlar oluşturarak hem daha ekonomik, hem de çevreye zararları en aza indirilmiş yeni şehirlerin kurulması veya mevcut şehirlerin kalkınması sağlanmış olur. Marmara bölgesi artık bu yoğun sanayiyi ve nüfusu kaldıramamaktadır.
3) Üretimin motor gücü halen KOBİ’lerdedir. KOBİ’ler, büyük firmaların “hedef maliyetleme” kıskacı altında çok düşük karlılıklarla çalışmaktadırlar. KOBİ’lerin gelir ve tüketimleri arasındaki fark ya kayıt dışılıkla veya borçlanma yoluyla kapatılmaktadır. Birçok KOBİ şehir rantı nedeniyle oluşan yüksek kira giderleri ödeyerek çalışmak zorundadırlar. Kooperatif şeklinde kurulan Organize Sanayi Bölgeleri ve Küçük Organize Sanayi Bölgeleri bir süre sonra yüksek kira geliri elde eden rantiyelerin eline geçmekte veya esnaf rantiyeciye dönüşmektedir. OSB’lerin ve KOSB statüsü bunu önleyecek şekilde gözden geçirilmelidir
4) Doğu Karadeniz’i ve Doğu Anadolu’yu Akdeniz’e ve Marmara’ya bağlayacak kısa ve hızlı demiryolu projeleri hazırlanmalı, karayolu taşımacılığı demiryoluna kaydırılmalıdır. İç ticarette ve ihracatta en büyük giderlerden birisi navlundur. Üretimin hızla pazara ulaşması, iç ve dış tüketicilere daha ucuz sunulması etkin ve ucuz lojistik hizmetler sayesinde mümkün olabilecektir.
5) Kırsal kesimdeki doğrudan gelir desteği ve direkt yapılan ayni ve nakdi yardımlar çalışma yaşamında olan insanları istihdamdan uzaklaştırıyor. Sosyal yardımlardan faydalanıp günü kahvelerde geçiren bir atıl işgücü doğmuştur. Sosyal yardımlardan faydalanan bu insanlar, en azından yaşadıkları yerlerde mesleki eğitimlerden geçirilmeli, yerel sosyal hizmetlerde ve altyapı hizmetlerinde belirli dönemlerde (seferberlik misali) kullanılabilmelidir; zaten parası ödenmiyor mu?. Keza bu bölgelerde aile içi üretimi pazarlanabilir metaya dönüştürecek yöresel gıda ve el sanatları üretimi teşvik edilmelidir. Üretim ve tüketim sonuç itibariyle bir organizasyondur, bu organizasyonun sadece “piyasanın görünmez elinin” yeteneğine ve insafına bırakmak akılcı değildir.
6) Türkiye’nin coğrafi yapısına uygun tarım ve hayvancılık projeleri geliştirilmelidir. D. Karadeniz bölgesi gibi birçok yörede köyler boşalmış, kışları şehirlerde konaklayıp, yazları 2-3 aylığına köylerine gelen ve fakat hiçbir şey üretmeyip, şehirli gibi tüketen bir aile yapısı oluşmuştur. Köylerin özelliği öztüketimin olmasıydı, aile içi hayvancılığın gelişmesiydi. En az iki baş hayvan bakacak her aile şimdi süt, yoğurt, terayağı, peynir, tavuk tüketicisi durumundadır… Meraların yetersiz olduğu yerlerde yeni meralar açılmalı, aile içi hayvancılık teşvik edilmeli, et fiyatları dalgalanmalarına karşı küçük üretici korunmalıdır.
ÜNİVERSİTE-BİLİM:
1) Üniversiteler bilim üreten ve ürettiği bilimsel veriyi ekonomik faydaya dönüştüren merkezler olmaktan çıkmıştır. Özellikle özel üniversitelerin teknik ve fen bilimleri eğitimi veren üniversitelere dönüştürülmeleri sağlanmalıdır. Hukuk, iktisat, sosyal bilimler vs. gibi bir oda, bir hoca, bir masa ile verilebilen fakültelerin özel üniversitelerce kurulması zorlaştırılmalı, bu tür özel üniversiteler için teşvikler bilimsel üretkenlikleri göz önüne alınarak belirli süreler için verilmelidir. Özel vakıf üniversiteleri “kar amacı güdüldüğünden” yüksek öğretimde beklenen kaliteyi verememişlerdir. 21 yy’da sadece akademik özerklik değil akademik bağımsızlık konuşulacaktır.
2) Her kentte üniversite politikası, yeterli akademik kadrolar yetiştirecek bilimsel kürsüler olmadığından, 30-40 yıl öncesinin lise düzeyi eğitiminin de altına düşmüştür. İhtiyaç planlaması yapılmadan açılan üniversiteler diplomalı vasıfsız eleman yetiştiren kurumlara dönüşmüştür. Eğitimde artık dikey değil yatay eğitime önem verilmelidir.
3) Eğitim giderleri ailelerin bütçesinde önemli bir paya yükselmiştir. Eğitim ve öğrenciler üzerinden bir rant sektörü oluşmuştur. Devlet, sosyal devlet olmanın gereği olarak, eğitimi ücretsiz hale getirmeli öğrencilere kaliteli barınma imkânları sağlamalıdır. Bu alan denetimden uzak cemaat ve tarikatların ellerine bırakılmamalıdır.
ÇALIŞMA YAŞAMI:
1) Günümüzde sermaye, teknoloji ve bilgi küreselleşmiştir. Küreselleşemeyen “emektir”. Emeğin küreselleşememesi dünyada gelir dağılımı daha adaletsizleştirmiştir. Dünyadaki gelir adaletsizliği, gelişmekte olan ekonomilerde daha da derinleşmektedir. Servetlerin % 78 inin nüfusun %20’nin, gelirin %50 sinin nüfusun 10’nun, nüfusun 13 milyonunun sosyal yardımlarla ayakta kalabildiği bir Türkiye’de demokrasinin ve dolayısıyla “milli iradenin” sağlıklı tecelli etmesi de söz konusu olamaz. Gelir dağılımının daha adil olabilmesi için eğitim, ekonomi, sanayileşme, vergi ve sosyal politikalar geliştirilmelidir.
2) Emek kavramı, 20.YY’daki anlamından (işçi) daha geniş bir anlam kazanmıştır. Dünyada ve Türkiye’de gelir dağılımı bozuldukça emekçi kavramı içine işçi, esnaf, KOBİ işletme sahibi, emekli, memur, bürokrat, profesyonel idareci ve yöneticiler girmektedir. Bunlara kesimlere dönük politikalar da üretilmelidir.
3) Sık sık yaşanan ekonomik krizler ve politika değişiklikleri, çalışma yaşamının etik değerlerini de törpülemiştir. Çalışma yaşamında yaşanan eleman sirkülasyon işletmelerin kurumsallaşmasını önlediği gibi, ne işçi işverenine nede işverenin işçisine güveni kalmıştır. İşçinin emeğinin verimliliğini artıracak ve çeşitlendirilecek eğitimler zorunlu hale getirilmelidir.
4) İşçi sendikaları bugün sadece ücret pazarlığı yapan kurumlara dönüşmüştür. İşçi sendikaları aynı zamanda sosyal kurumlar olarak da işçiler arasında dayanışmaya dönük yapılandırılmalıdır.
5) Gıdanın üretimi yanında, üretimin olmadığı dönemlerde gıda stoklamasının yapılabilmesi günümüzde fiyat dalgalanmalarını önleyecek önemli bir araçtır. Bu aşırı fiyat dalgalanmalarını önleyecektir. Büyük gıda üreticileri karşısında küçük işletmelerin örgütlenmeleri teşvik edilmeli, bölgeselleşen ve hantallaşan üretim kooperatifleri yerine yerel yönetimler düzeyinde örgütlenmeler teşvik edilmelidir. Üretici, üyesi olduğu büyük tarım kooperatiflerini kendilerinin değil devletin bir kurumu olarak görmektedir.
LAİKLİK:
1) Laiklik son olaylarda göstermiştir ki, sadece bir devletin kurumsal yapısını belirleyen bir araç değil, çeşitli inanç gruplarının (din, mezhep ve hatta cemaat) bir arada barış ve hoşgörü içinde yaşayabilmesinin de zorunlu bir sonucudur. Bu nedenle tek tipleşen (Sünni ve yer yer selefilik tipi) diyanetin diğer din ve inanç gruplarına açılması politikası cesaretle savunulmalıdır. Dinlerin sadece bir inanç sistemi değil aynı zamanda bir kültür odağı olduğu unutulmamalıdır.
2) Diyanet ile din adamı ve ilahiyatçı yetiştiren ilahiyat fakülteleri arasında işbirliğinin oluşması zorunludur. Şu haliyle diyanet cami imamlarının özlük haklarını düzenleyen, ürkek, monist bir kurum izlenimi vermektedir. Bu durum, Sünni İslam anlayışının kayrılmasına neden olmakta ve inançların çağcıl insanın ihtiyaçlarına dönük çağdaş yorumlar üretmesine engel olmaktadır.
3) İbadethaneler (cami, cemevi, kilise, havra vs.) yerel yönetimlerce finanse edilmeli, diyanete denetim görevi verilmelidir. Bir hıristiyanın, alevinin vergiler yoluyla da olsa camileri finanse etmesi adalet ilkesine uymamaktadır.
DEVLETİN DENETLENMESİ:
1) Devlet hala günümüzde en büyük tüketici ve ekonomik kaynakları kontrol eden bir kurumdur. Dolayısıyla devletin denetlenmesi hem kaynakların etkin kullanılması hem özel kesimde kaynak israfının önlenmesi için gereken rekabetin sağlanması için zorunludur. Devletin denetlenmesinin günümüzde devlet memurları eliyle denetlenemediği görülmektedir. Devletin denetlenmesi için bilim, iş çevreleri, işçi örgütleri, KOBİ işletmecileri, meslek örgütleri işbirliği ile oluşturulacak kurumlarla sağlanmalıdır. Sonuçta vergi verenlerin, verginin nasıl harcandığının denetlemesini de yapabilme hakkı ve görevi olmalıdır.
2) Seçimler en nihayet iktidarı belirlemektedir. Bu iktidarın iki seçim arasında tek buyruk olacağı anlamına gelmez. Güçlü demokrasilerde, STÖ, meslek örgütleri, akademik çevreler seçim aralarında da eleştiri, öneri ve alanları ile ilgili ürettikleri politikalarla demokrasiye katkı sunarlar. Bu alan geniş tutulmalı, desteklenmeli ve güçlendirilmelidir. Bu devletin denetlenmesi ve şeffaflığı içinde önemlidir.
3) İş ve işveren örgütlerinin çalışma yaşamı ile ilgili bir araya gelebilmeleri devletin de denetlenmesine yardımcı olacaktır.
4) Basın, ifade ve haber alma özgürlüğü devletin dinamikleşmesi, denetlenmesi için zorunludur.
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER:
1) Küresel rekabet ve enerji savaşlarının yaşandığı dünyada devletlerin de “temiz” kalması zor olmaktadır. Uluslar arası kurumlarda yer almak, çağdaş demokratik dünyadan kopmamak asıl politika olmalıdır. Uluslar arenada pasifleşmek ve çağdaş dünyadan uzaklaşmak devleti içe dönük ve “ceberut” yapmaktadır.
2) Uluslar arası arenada güçlü olabilmek için iç barışın sağlanması, ekonomik refahın artması, etnik ve dinsel dogmalardan kurtulup gerçekçi, akılcı ve ilkeli politikalar üretmekle mümkün olabilecektir.
3) Türkiye maalesef kendi dinamikleri ile ne çağdaş demokratik kurumları yerleştirebilmekte ne de çağdaş bir ekonomi örgütlenme ve üretimi ve de refahı yakalayabilmektedir. Bu nedenle hem AB ile ilişkiler güçlendirilmeli hem de uluslar arası ilişkilerini çeşitlendirmelidir. Son zamanlarda yoğunlaştığı orta doğu ile yetinmeyip özellikle orta Asya’ya açılmalıdır.
4) Bütçe ve cari açığın tek çözüm yolu üretmek ve dünya piyasalarına mal satabilmekten geçmektedir. Yurtdışındaki elçilikler ve konsolosluklar sadece askeri ve politik açık istihbarat toplayan kurumlar olarak değil ekonomik ajanlar olarak çalışacak şekilde örgütlenmelidir.
KÜRT VE ETNİK KÜLTÜRLER:
1) Kürt sorunu sosyal barış ve çağdaş bir demokrasi içinde çözümlenebilir. Türkiye nasıl ki “homojen” bir sosyal ve beşeri yapıda değilse, Kürdistan bölgesi de sanıldığı gibi homojen bir Kürt nüfusu barındırmamaktadır. Terörün gölgesinde, Kürtler arasında da var olan sosyal, dinsel ve ekonomik vb. sumen altı edilmiş görünen sorunlar, devletle Kürtler arasında sosyal barış sağlandığında gün yüzüne çıkacaktır. Çözüm demokrasi, evrensel değerler ve toplumsal barış ve refahın uzun soluklu nasıl paylaşılacağı yönünde olmalıdır.
2) Küreselleşmede fiziki sınırlar önemini de yitirecektir. İşbirliği, sosyal ve ekonomik ilişkiler barışın tesisinde asıl belirleyici olacaktır. Fiziki bölünme, Kürtlerin Türkiye üzerinden Avrupa ve orta Asya ile ilişkileri keseceği gibi, Kürtleri kendi iç sorunları ile birlikte orta doğuya itecektir.
3) Kürt sorununun çözümü demokrasiye de katkı sunacak, ekonomik kaynakların refahın artırılmasına yönlendirecektir.
4) Her insan aidiyet, dil, inanç ve kültürünü günlük yaşamında hissetmek ister. Bundan devlet olarak kaçınmak mümkün değildir. Demokrasinin ve devlet karşısında “bireyin” güçlendirilmesi ile yerel sorunlar aşılabilecektir.
SONUÇ:
Türkiye’nin bugünkü sorunlarının başında iç barış, üretim ve üretilen refahın adil paylaşımı, demokrasinin güçlendirilmesi ve denetlenebilir bir demokrasinin tesisi, yönetim ve örgütlenmede akıl ve biliminden yana olabilmek gelmektedir. Demokrasi tarihimizde görülmüştür ki, merkez sağ partiler iktidardan ve iktidar nimetlerinden uzaklaştıklarında fazla yaşayamamaktırlar. CHP uzun süredir iktidardan uzak kalmasına rağmen hala kitleler için umut olmaya devam etmektedir. Bu umudun gerçekleşmemesi uzak ihtimal değildir. Konjonktür ve tarihin seyri bu yöndedir. Ha, bu bizim biyolojik ömrümüzü aşabilir, ama bizde bizden önceki nesillerin çağdaşlık için verdiği mücadelelerin ve insanlık uygarlığına bıraktığı mirasın üzende onların hayallerini yaşıyoruz. 20.01.2015