Alışmışız “kol kırılır yen içinde kalır” sözüne. Alışmışız “aklın yolu birdir” atasözüne.
Bu sözler geçmiş dünyanın zihniyetini yansıtan en güzel sözlerdir.
Bu sözlerle ilgili sayfalarca yazılar yazılabilir.
“Kol kırılır yen içinde kalır” sözünün direk anlamı şudur.Kötülüklerimizi, eksiklerimizi, yanlışlıklarımızı, günahlarımızı, zulümlerimizi, şiddetlerimizi ve bilcümle hatalarımızı herkesin içinde konuşmayalım.
Hatta içimizde de konuşmayalım.Ayıplı işlerimizi kimse bilmesin.Bizde bilmiyor gibi, duymamış, görmemiş gibi yapalım.
Birgün birileri ayıplarımızı duyarlarsa, özeleştiri değil de kimin söylediğini araştıralım.
İçimizdeki haini bulup cezalandıralım yada sürgünlere gönderelim.
****
Kırık kol, yen içinde kalmamalı, eğer kırık kol yen içinde kalır, hava ile direk teması engellenirse, kol kangren olur ve kol tamamen kaybedilir.
Kısacası yanlışlarımız, eksiklerimiz, günahlarımız, trajedilerimizi saklar ve konuşmaz ise toplumu kangrene dönüştürürüz. Bugün yaşanılanlarda bu değil mi?
Bu ailede böyle, dernekte böyle, bulunduğumuz siyasi partide böyle, bulunduğumuz her kurum ve kuruluşta böyle.
Bu bizim devlette de böyle.Tüm kurumlarımızı ve ilişkilerimizi doğallaştırmıyoruz.
Zamanın ruhuna uygun hale getir(e)miyoruz.Bu zihniyet geçmiş dünyanın tarzı.
Bu zihniyet demokrasiyi, şeffaflığı ve özeleştiriyi değil her türlü totalitarizmi ve otoriterleşmeyi besliyor.
****
Kendimizden başlayarak tüm toplumu kapalı devre ilişkilerine mahkum ediyor.
En son “Ermeni soykırımı, Ermeni katliamı, Ermeni techiri., sözde Ermeni katliamı” ne derseniz deyin.
Bu topraklar üzerinde zulümler yaşanmış. Halklar birbirlerine boğazlattırılmış. Bu katliamların ardında büyük devletler var. Aynı zamanda uluslaşma çabaları var.
Dünyada uluslaşmaya çalışan tüm ülkelerin tarihlerinde kara sayfalar var.
Bunlar küçük yada büyük.Ulus devlet olma sürecinde bugünlere kadar süren büyük katliamlar, büyük acılar, büyük trajediler yaşanmış.
Kendi topraklarımızda yaşanan trajediyi görmemek için; “Bizlere ‘Ermenisoykırımı yapmışsınız’ diye suçlayanlarda, kendi topraklarında katliam yapmış. 1. Dünya savaşından sonra Balkanlardan onbinlerce Türk, Kırımda, Asya’nın başka yerlerinde onbinlerce Türk büyük göçler yaşamış, dünyanın başka yerlerinde yüzbinlerce Müslüman katledilmiş. Anadolu’da ilk katliamları Ermeniler yapmış. Erzurum’da, Karadeniz’de binlerce Türk ve Müslüman topraklarından edilmiş, sürgüne gönderilmiş. Ermeni katliamını Türkler değil, Kürtler yapmış” diyerek kendimizi avutabilir, ne kahraman ve ne asil bir millet olduğumuzu anlatabiliriz.Bu sözlerin üzerine binlerce sözcük daha ekleyebiliriz.Neyi değiştirebiliriz ki?
****
Yaşanan trajediler için “Kol kırılır yen içinde kalır” mı deyip, kendi tarihimizin kara sayfalarını konuşamayacak mıyız? Konuşanları hain mi ilan edeceğiz.
“Aklın yolu birdir” diyerek tarihin ve yaşadığımız dönemin yanlışlıklarını konuşamayacak ve farklı aklı ve bakışı yok mu edeceğiz?
Yüzbinlerce Ermeni’nin Suriye topraklarına doğru büyük sürgün yürüyüşlerinde yaşanan trajediler karşısında yüreklerimiz sızlamayacak mı?
Gözlerimizi kör, kulaklarımız sağır, dillerimizi yok mu sayacağız?
Yüreklerimizden vicdanları söküp atacak mıyız?
Karşılıklı olarak yaşanan katliamlar için bir özür dileyemeyecek miyiz?
Binlerce Ermeni çocuğunun, neden Türk aileler tarafından evlatlık alındığını merak etmeyecek miyiz?
Bu çocukları büyüdüklerinde çocukları olduğunda onların bugün kendilerini ne olarak adlandırdığını merak etmeyecek miyiz?
Anadolu’nun renklerini görmemezlikten gelerek, ari ırk mı yaratacağız?
Çoğunluğumuz, hemde birkaç soy ötemizi bilmediğimiz halde.
****
Can Dündar’ın Milliyet Gazetesi’nde Samson Özarat’ın rahmetli Alparslan Türkeş ile ilgili belgeleriyle anlattığı “Hatta bir ara Türkeş’in Erivan’daki soykırım anıtına çelenk koymasını bile tartıştık. Türk-Er-menistan sınırına 1915’te ölenlerin anısına müşterek bir anıt dikilmesi de konuşuldu. Anıtın Ermenistan’a bakan yüzünde Türkçe, Türkiye’ye bakan yüzünde ise Ermenice ‘Verdiğimiz acılardan dolayı üzgünüz’ yazacaktı” sözlerini bugün gerçek yapamaz mıyız?
****
İkinci söz ise “Aklın yolu birdir” atasözü.
Bu sözde tam otoriter zihniyetin yansımasıdır.
Zihniyetlerimizi kullandığımız kavramlar belirler.
Kullandığımız kavramlar kendi için dünyamızı yansıtır.
Hangi inanca, hangi ideolojiye sahip olursak olalım. Kavramlar bizleri karşıtımıza tanıtan birer anahtar sözcüklerdir.
Bu sözü, kendi doğrularımızı anlatmak için kullanırız.
Halbuki, aklın yolu bir değildir.
Aklın yolu, yeryüzünde ne kadar çok insan varsa o kadar çoktur. Akılları bir etmek değil, farklı akıllarla yaratıcılığı ve renkliliği yakalayabilmektir.
Akıllar bir olunursa, yeryüzünde nasıl yenilikler yaratılabilir ki?
Önemli olan aklın yolunun bir olması değil, aksine akıl zenginliğinin olduğu koşullarda ortak evrensel bir demokratik yaşam hukuku oluşturabilmektir.
Koşullar değiştikçe, yeni ihtiyaçlar, yeni sorunlar ortaya çıktıkça, farklı akıllarla, ortak yaşam hukukunu günün şartlarına uydurmaktır. Yani geliştirmektir, değiştirmektir.
****
Dünyanın tüm toprakları üzerinde büyük acılar var.
Uluslaşma süreci ise yeryüzünün en büyük acılarının yaşandığı bir dönemi ortaya çıkardı. 1. ve 2. dünya savaşı uluslaşma sürecinin büyük acıları ve sonuçlarıdır.
Evet acılarımızla ve lanetlerimizle yaşamasını öğreneceğiz.
Halkların birbirlerine çektirdiği acıları anlayacağız. Anlayacağız ki bir daha bu topraklarda aynı acılar yaşanmasın.
Dün Milliyet Gazetesi’nde yer alan aşağıda ki haber, bizim birbirimize neler yapabileceğimizi ve toplumun en küçük birimi olan ailelerde bile hangi trajedilerin yaşandığının bir belgesi değil mi?
Gerçekten bu toprakların çocukları masum olabilir mi?
****
Diyarbakır’da 3 yıl önce 12 yaşındayken tecavüze uğrayıp hamile kalan R.G., tecavüzcüsü 26 yaşındaki Sabahattin Gezginci’yle imam nikahıyla evlendirildi. Ancak R.G.’nin nikahsız eşi Sabahattin Gezginci, 2 yıl önce 7 yaşındaki erkek çocuğa tecavüz etmek suçundan hapse girdi.
Eşinin ailesiyle birlikte yaşayan 15 yaşındaki R.G., dışarıda fazla gezdiği ve kendi ailesine sık gittiği gerekçesiyle, iddiaya göre kayınpederi ve kayınbiraderleri tarafından el ve ayakları bağlanarak ekmek bıçağıyla burnu kesildi.
R.G., kayınbiraderlerinin de kendisine tecavüz etmek istediğini öne sürerken, sanıklardan Feyyat Gezginci, “Çok geziyordu. Burnunu ben kestim” dedi.Plastik cerrahlar tarafından ameliyat edilen R.G.’nin burnuna 20 dikiş atıldı.
Kayınpeder Ekrem Gezginci duruşma sonunda tahliye oldu.”
Son söz: Bize ne öğretilmişti halbuki… Yalan söyleyince burunlarımız büyürdü. Diyarbakır’da ise çok gezdiği için burun kesilmişti. Ya burun kesmek yerine, çok gezdiği için ayakları kesilseydi, ne yazacaktım?
Ne çok hikaye var, bu topraklarda ki, masumiyetimizi kirletecek?
(*) Arşiv 4 Mayıs 2005
Not: Tam 9 yıl önce yazılmış bir yazı… Özgecan için kıyamet kopuyor… Halbuki ne çok kıyamet koparılacak olayımız var… Ne biri diğerinden küçük, diğeri diğerinden çok büyük… Kirliyiz… Ve suçluyuz…