Bir şirkette, bağımlı çalıştığım dönemlerde, o zamanlar henüz özelleştirilmemiş olan Petro kimya sektöründen emekli, üst düzey yöneticilik yapmış yeminli mali müşavirimiz vardı. Babacan, İstanbul beyefendisi bir adamdı, Allah rahmet eylesin… Bu KİT’lerde çalıştığı dönemle ilgili bir anısını anlatırken şöyle demişti; “… Bize işe başladığımızda büyüklerimiz, odanızın kapısı çalınıp açıldığında memurunuza, başınızı masadan kaldırmadan, suratınızı asarak çatık kaşlarınızın altından bakınız; kendiniz ancak böyle saydırabilirsiniz…” Bunu söylerken o günleri yaşarmış gibi kaşlarını çatmış, başını eğmiş, gözlerini bana dikmişti. O babacan adamın birden bire nasıl değiştiğini görüp irkilmiştim… Bende bu asık suratlı, çatık kaşlı yöneticileri cihet-i askeriyede ve çalıştığım holdinglerin, devletten devşirme üst düzey yönetimlerinde görmüştüm. Şimdi bu tip yöneticilerin devri bitti gibi… Şimdiki yöneticiler daha bir güler yüzlü, lakin yüzler gülerken gözler velfeciri okuyor. Güvenemiyorsunuz… Hâlbuki o çatık kaşlı, asık yüzlü yöneticiler aslarını korurlardı da… Tabii etliye sütlüye karışmaz, idarei maslahata ters düşmedikleri sürece…
…….
Bizim devletle sorunumuz buydu aslında; devletin çatık kaşlı, beton suratlı olması ve bizi sürekli azarlamasıydı. Sürekli yanlış yaptığımızı, yanlış yapacağımızı düşünür, bunun içinde mesailerinin önemli bir kısmını buna dönük önlemler almakla geçirirdi “kutsanmış devletimiz”. Onun için doğru, kapalı kapılar ardında kararlaştırılıp, resmi belgelere kalın kırmızı puntolu “ÇOK GİZLİ” olarak geçirilen kararlardı… Gizliliği derecelendirmişlerdi de: Çok Gizli-Gizli-Özel-Hizmete Özel-Kişiye Özel… Genel olan ise, devletin memurlarınca yorumlanıp, açıklanması istendiğinde “YASSAK” denen talimatlardı… Biz yönetilenler ise bu “gizli ve yassak” olan talimatları azarlanmayla, itilip kakılmayla, coplanmayla, sorgusuz sualsiz “merkeze” alınmayla yaşardık günlük hayatımızda…
Ve bu, çatık kaşlı beton suratlı devlet bu haliyle, bilerek veya bilmeyerek hayal kurmamızı engellerdi. Hayallerimiz bile gizlilik derecelerine uygun olmalıydı: Devletimiz çok adildi, devletimiz kutsaldı; imparatorluklar kurmuş bir milletin çocuklarıydık, İslam’ın bayrağını Viyana kapılarına kadar taşımıştık, (başkaları yazsa da) dört bin yıllık tarihimiz vardı, ordumuz dünyanın en güçlü ordusuydu; milletimiz fedakârdı, cömertti, misafirperverdi, ahlaklıydı, manevi değerlerine ve tarihine bağlıydı… Devlet-millet sevinçte ve kederde her daim el eleydi… Devletimiz yanılmaz, milletimiz uyu(ya)mazdı…
Kimi doğru, kimi eksik, kimi yanlıştı ama hayallerimizi de sınırlıyor, zapturapt altına alıyordu sonuçta devletimiz… Bu işte bir yanlışlık var deyip, hayal kuranlarımız da olmuyor değildi hani… Hayal kurma yürekliliğini gösterenler şiirler yazıyor, nesirler döşeniyor, şarkılar besteliyor, sinema çekiyor, karikatür çiziktiriyordu… Şüphe üzre bilimsel araştırmalar yapıyor, adil bir gelecek kurguluyor, “böyle gelmiş böyle gitmezin” peşine düşüyorlardı… Bu “hayalciler” bir kişiyse garip, üç-beş kişiyse tuhaf, birkaç kişiyse zındık deyip geçiliyordu… Ta ki hayal kuranların hayallerine kitleler de katılmaya başlayınca tehlike çanları çalıyordu devlet için; “örgüt” damgası yiyor takibata uğruyor, fişleniyor, içeri tıkılıyor, işkenceden geçiriliyordu. Olmadı “iç ve dış mihrak” komplolarına kurban ediliyordu…
Hayal kurmazsan sevemezsin, hayal kurmazsan düşünemezsin, hayal kurmazsan erdemleşemezsin… Çatık kaşlı beton yüzlü devlet(lu) bizim yerimize seviyor, düşünüyor, erdem üretiyordu ha bire… Ve sevgi “kutsal devletle” somutlaşıyor, düşünce âli menfaatlerle sınanıyor, erdem manevi değerlerle sınırlandırılıyordu… Kırsaldan kentlere indikçe de tektipleşiyorduk… Karacaoğlan gibi sevemiyor, İbni Sina gibi düşünemiyor, Mevlana gibi erdemleşemiyorduk artık…
Çatık kaşlı beton yüzlü devlet(lu) durduk yerde sanata saldırıyor, düşünceyi kovuşturuyor, erdemi küçültüyordu… Devleti gülümsetemiyorduk; devlete insanları sevdiremiyor; düşünceyi, erdemi yücelttiremiyorduk… Ve biz de, özgürleşemiyorduk… Ve hala özgürleşemiyoruz!
Çatık kaşlı beton yüzlü devlet(lu) biz özgür bırakmadıkça da biz, verimli üretim yapamıyor, akılcı kararlar alamıyor, kavramsal düşünemiyor, yaratıcı olamıyor, empati kuramıyor, farkındalık yaratamıyor, adaletli davranamıyoruz… Evham ve vesvese üzre, bir ileri iki geri ömür tüketip duruyoruz vesselam… 26.01.2015