Osmanlıyı, Balkanlar’dan sadece askeri ve siyasi olarak atmadılar, orada yaşayan Türk halkını da attılar.
Rusya ile Avrupa arasında, Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkilere benzeyen ilişkiler manzumesi vardır.
Batı’nın yoğun propagandasına ve Batı merkezli öğretilerin tersine, Avrupa hep Rusya tarafına genişlemek istemiştir.
Napolyon’dan başlayan Moskova seferleri, Hitler’in Moskova içlerine ve hatta Stalingrad’a kadar seferleri var.
Bildiğiniz gibi, Batı 2008-2009’da girdiği krizden çıkamadı.
Finans kapital ve kapitalizmin egemen güçleri; bu krizin bedelini, Rusya ve gelişmekte olan ülkelerin üzerine yıkmaya çalışıyor.
Kur savaşları olarak başlayan ve ticaret savaşlarına kadar gelen çatışma, yaptırımlarla devam ediyor.
Yukarıda hatırlatmaya çalıştığım, Batı’nın Doğu’ya doğru genişleme isteği, böyle ekonomik kriz dönemlerinde, daha da bir öne çıkmaktadır.
Amerika ve Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar, Türkiye’yi yüklenici hizmetleri ve turizm üzerinden vuruyor.
Avrupa ve ABD yine Türkiye’ye gerçek yüzünü göstererek, yaptırımlara Türkiye’nin doğrudan katılmasını dayatıyor.
Zaten Batı ülkelerinde süren kriz, yeniden tüm dünyayı tehdit etmektedir.
Amerika’nın Ukrayna ve Suriye üzerinden yürüttüğü askeri ve siyasi kriz, her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilir.
Batının zenginleri yeni pazar ve topraklara sahip olmak için Rusya’ya doğru genişlemek, Ortadoğu’daki petrol mevzilerini garantiye almak çabasındadır.
ABD planladığı bir savaşta, yakınındaki Küba’dan bir sıkıntı çıkmasın diye, 50 yıldır yapmadığını bırakmadığı Küba ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmaktadır.
Bu duruma olumlu bir gelişme olarak bakmak, ABD, “50 yıllık düşmanını dost yapıyor” demek hatalı olur.
“Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz!”
Gelelim ekonomik krizin boyutlarına…
Öncelikle bu bir üretim krizidir.
Üretimin, Asya’ya Çin, Hindistan gibi ülkelere kayması, teknolojinin de Doğu’ya kaymasına neden oldu.
Dolar ve kâğıt basarak sürdürülen finans kapital, üretmek ve artı-değer üzerinden kazanma alt yapısını büyük ölçüde kaybetmiştir.
Çağın tefecileri konumundadır.
Üretimi yapan yer başka (Çin), bu üretimin ticaretinde kullanılan para(dolar) başka yerden (ABD) olunca, kriz kaçınılmaz oluyor.
Dünyanın yaşadığı yapısal kriz budur.
Ülkemiz için kriz, 2008-2009 krizinden çok daha ötededir.
Çünkü bu kez, bu krizi daha fazla borçla karşılıyoruz.
2013 yılı sonu itibariyle, borç stokumuz 532 milyar dolardır.
2014 yılı Haziran sonu itibariyle, yani yarım yılda borç stoku 401 milyar dolardır.
2014 yılı borç stoku, 2015 yılında belirlenecek ama şimdiden 2013 yılı borcundan daha fazla olduğu kesindir.
Ülkemizin krizi borç krizidir.
Borçlanmanın sonuna gelindiği için krizler sıklaşacaktır.
Borçları çeviremediğimizden, paramızın değerini mecburen düşürmek durumunda kalıyoruz.
Yani alım gücümüz daralıyor.
Üretimde ithalata bağımlılık sürdürülemez duruma geliyor.
Yani dolardaki enflasyonu, kur farkı olarak ödüyoruz.
Dolarla sürdürülen ticaret durdurulmaz ve başka bir referans sistemi yaratılmaz ise, krizleri sık olarak yaşamak doğaldır.
Çözüm; Özal zamanından başlayan ve günümüzde artık ödenemez hale gelen, borçlanma ekonomisinden vaz geçip, üretim ekonomisine geçmeliyiz.
Bir planımız olmalı, kendi programlarımızı başkalarının yönettiği piyasanın kucağına bırakmamalıyız.
Tekrar planlı karma ekonomiye dönmeliyiz.
Zaten başka da yol kalmadı.