Akşam saat 20:30′ da kabul edilen bir yasayı, şair Mehmet Emin Yurdakul’un önerisiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm üyelerinin ayağa kalkıp üç kez bağırarak “Yaşasın Cumhuriyet” diye bağırmalarının ardından 91 yıl geçti. Toplumsal ve bireysel geleceğimiz hep bu kavram üzerine kurulmuş, tarihimizin gördüğü en büyük devrimin de adı olmuştur Cumhuriyet.
Cumhuriyet kurulmuştur. Ancak devralınan miras pek de iç açıcı değildir. Kısaca bu mirası özetleyelim:
Rönesansı, reformu, sanayi devrimini, akıl çağını yaşayamadığı için çağ dışı kalmış, sömürge halinde, güçsüz, çökmüş bir devlet.
Dünyaya kapalı, yoksul bir halk. İdari, siyasi, ekonomik kapitülasyonlar, imtiyazlar. İlkel bir tarım toplumu. İflas etmiş bir maliye, ağır yaralı bir ekonomi.
Çok cılız denilebilecek küçük sanayi, sıfıra yakın orta sanayi, sıfırında altında büyük sanayi söz konusu.
Kişi başına düşen milli gelir 7 lira, kişi başına düşen kamu harcaması kişi başına 50 kuruş.
Madenlerin neredeyse tümü, başlıca limanlar, var olan demiryolları yabancı şirketlerin denetiminde. Öyle olmasa da onları kullanacak Türk eleman söz konusu değil.
Karayolu yok denilecek kadar az düzeyde.
Ticaret derseniz genel olarak azınlıkların, levantenlerin ve yabancıların elinde.
Topluiğne dahi üretilemiyor, dışarıdan alınıyor.
Sıtma, verem ve frengi hastalıkları yaygın bir şekilde.
Ülke genelinde 158 ortaokul, lise ve medrese uzantılı üniversite var.
Anadolu çağdışı kalmış medreselerin elinde, dolayısıyla bilim hayatı çok gerilemiş durumda. Halkın sadece %7 si okur yazar. Bu oran kadınlarda yüzde bir bile değil, dolayısıyla da tüm meslekler erkeklerin tekelinde.
Kadınlara seçme seçilme hakkı yok, yani yurttaş bile sayılmıyorlar. Ulus değil, ümmet anlayışı egemen durumda.
Tüm Osmanlı gazetelerinin günlük satış sayısı 100.000’i geçmiyor.
Avrupalılar karşısında kendini ezik hisseden, pısırık, teslimiyetçi aydınlar, bürokratlar ve siyasetçiler.
Ortaçağın bile neredeyse gerisinde kalınmış pek çok konuda. Kısacası hem nitelik hem de nicelik olarak borca batmış bir ülke.
Dört yıl süren Milli Mücadele sonrasında insanımızın gurur verici birçok özelliğinin yanında birçok eksikliği de ortaya çıkmıştı. Bu nedenledir ki yeni kurulacak devletin ana niteliklerini bu mücadele sırasında elde edilen deneyimler ve edinimler oluşturuyordu. 100.000 asker ve sivil kayıp vererek kavuştuğumuz bağımsızlığımızı bir daha yitirmemek için geleceği güven altına almak, kalkınmak ve çağı yakalamak zorundadır. İşte bu amaçlarla kuruldu Türkiye Cumhuriyeti. Ve bugün övünebileceğimiz her şeyi bu amaçlarla kurulmuş Cumhuriyetimize borçluyuz. Bu konuda bize önderlik yapan Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz.
Türkiye Cumhuriyeti, rastlantılar sonucu ya da birilerinin uygun görmesi ya da emperyalizmin kendi çıkarı doğrultusunda varlık kazanmasına yardım ettiği bir devlet değildir. Bağrından yetiştirdiği evlatlarının canı ve kanıyla, dişi ve tırnağıyla kurduğu bir devlettir. Bu devletin bir kuruluş felsefesi ve amacı vardır. Bu felsefeyi, gerekçeyi ve amacı en iyi özetleyen anlatım belki de şudur: “Bağımsız, laik, akılcı Türkiye Cumhuriyeti”
Evet bu yıl Cumhuriyetimizin 91’inci yılındayız. Ve şimdi durup kendimize sormalıyız: “Bu şartlar altında küllerinden yaratılan bu devleti hak ettiği çağdaş uygarlık seviyesine çıkarabildik mi? Yoksa yerimizde mi sayıyoruz?” Bu soruya verilecek cevapları duyar gibiyim. Ancak sadece ahlanıp vahlanmakla olmaz hiçbir şey. Eğer durum vahim, karanlık görünüyorsa birer mum yakmanın zamanıdır. Bunu en azından küllerinden bir devlet yaratanlara borçluyuz.
Tüm Türk Ulusu’nun Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
ARZU KÖK