Yıllar önce, “Atom bombasını bulan Philip Morrison uykusunda ölmüş” haberini okurken bir şey dikkatimi çekmişti. Hani derler ya, şeytan ayrıntıda gizlidir. Morrison, Japonya’nın Nagazaki kentine atılan atom bombasının hazırlanmasına yardım etmiş ve Japonya’nın teslim olmasından sonra hasar tespiti için gönderilen ekipte yer almış. Daha sonra Morrison, yaptığı açıklamalarda silahsızlanmayı savunduğu için, komünizm sempatizanı olduğu için suçlanmış.
Bu haberi okuyunca iki şey aklıma geldi. Silahsızlanma ve barıştan yana olanların tamamı komünisttir. Türkiye’de devletin egemen zihniyetinin dışında düşünen, inanan, etnik yapısı farklı olan herkes düşman vatan hainidir.
Bugün Türkiye’de egemen zihniyetin karşısında olan fikirleri nasıl seslendirmek vatan hainliği ise, dünyanın her yerinde iktidar olanların savunduklarının dışında politikalar seslendirmekte aynı suçlamalarla karşılaşmış.
Anlayacağınız egemenlerin doğru diye bizlere sunduğu fikirlerin karşısında olmaya görün. Başınıza hangi felaketler geliyor. Amerika’da 50’li yıllarda nasıl ki, her kötülüğün altında komünistler, bugün Müslümanlar aranıyorsa bizim topraklarda da her kötülüğün altında düşman bildiklerimizi aradık ve aramaya devam ediyoruz.
Ülkenin umacıları sırasıyla; Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Komünistler, Turancılar, Şeriatçılar, Aleviler, sonra yeniden Kürtler bölücüler, İslamcı siyasetin yükselmesiyle beraber yeniden şeriatçılar baş düşman haline dönüştüler. Her dönem iç düşman konsepti değişiyor ancak düşmanlar korkusu değişmiyordu. Dış düşmanlar sürekli kendilerine işbirlikçi arıyorlardı. Bizleri bölmek ve parçalamak için.
Bizde dış düşmanlara işbirlikçi bulabilmeleri için işbirlikçi yaratıyorduk. Kendi yurttaşlarını düşman gören anayasalar yapıyorduk.
Devletin her dönemdeki düşman konsepti değiştiğinde, devlet tarafından dost güçler olarak görülenlerde bu sefer düşman olarak değerlendirenlere veryansın ediyorlardı. Çünkü devlet onları bu sefer seviyordu. Düşman olmaktan çıkarmış, zinde kuvvetler olarak değerlendiriliyordu. Genlerimizde devleti kutsamak ve onun tarafından kutsanmak önemli olduğu için, devletin yanında yer almak onur, karşısında değerlendirilmek ise onursuzluk oluyordu.
Anayasaları korumak için kurumlarımız olmasına rağmen yurttaşlar, anayasayı ve devleti korumak için çeteler kuruyorlar ve sürek avı için sokaklara çıkıyorlardı. Silahlanıyorlar ve cinayetler işliyorlardı, devletimize zeval gelmemesi için.
Hatta Devleti ve Anayasayı korumak için görevli olan kurumlar bu yurttaşlarımızla işbirliğine gidiyorlardı. Sonrada bu yurttaşlarımız cinayetler işlediğinde, uyuşturucu kaçakçılığına bulaştığında, gasp yaptıklarında, fidye için adam kaçırdıklarında göz yumuyorlardı. Yani onların dokunulmazlıkları oluyordu. Kırmızı pasaportlar veriyor, yüce devlet için kurşun atıp, yerken kendi çıkarları içinde kurşun atıp kurşun yiyorlardı.
21. yy da artık yalan gizlenemiyor. Biraz daha yalanlarla bizleri oyalayacaklar. Biraz daha çalacaklar hayatlarımızı. Sonrasında yalansız bir hayat kuracağız bu topraklarda. Nasıl yeryüzünde uluslaşma sürecinde tarihin kara sayfaları oluştuysa, karmaşa iki büyük dünya savaşını ortaya çıkardıysa, bugünde uluslaşma sürecinden daha öte bir yapıya dönüşen dünyada karmaşalar yaşanıyor.
Geçici bunların hepsi. Karmaşa biraz daha devam edecek. Yeni sorunlarla boğuşmaya devam edeceğiz. Ama bunlar dünün sorunlarından daha karmaşık olacak. Ve yazın bir kenara. Geleceğin dünyasında yaşanacak sorunlar düşmanlıkla ilgili olmayacak. Yaşam kalitesinin daha artırılması ile uğraşılırken ortaya çıkan çevre sorunları olacak. Uluslaşma sürecinde yaşanan savaş kavramları hayatın tüm alanlarından çıkarılacak. Çocuklarımızın zihinlerini hayata dair kavramlar dolduracak.
Son söz: Dünün dünyasında devletin ve yönetenlerin çıkarları önemliydi. Geleceğin dünyasında da yurttaşların çıkarları, tüm kutsal kurumların çıkarlarından daha önemli olacak. Bu yeni dünyaya göre yapılanamayan, kurumlarını dönüştüremeyen tüm ülkeler, kuruluşlar ve kurumlar tarihin çöplüğüne gidecek. Gitmeyenlerde dönüşecek.
İnanmıyor musunuz? Ne olur tarih denilen ak saçlı ve sakallı dedenin yazdıklarına bir bakın. Yazıların içinde bu yalın gerçeği öylesine çıplak gözle göreceksiniz ki?