Haklı olup-olmadığına bakılmaksızın güçlüden yana tavır alan toplumlarda erdem, adalet ve hak prensiplerine bağlı kalarak; hak, adalet ve erdemi savunmaya kalkışmak!
Haksız işlev gören güç zulmü, zulüm de nefreti beraberinde getirir. Nefret ise; her türlü ahlaksızlığı üretir. Sevgi, ahlakın da göstergesidir. ‘En güçlüye’ âşık olan bir toplumda ahlaktan, erdemden bahsetmek!
‘Sevginin’ ve ‘Sevilenin’ güce endeksli olduğu bir toplumda sevgiden söz etmek! Hz. Hüseyin güçlü olsaydı, Yezid’in yanında saf tutanlar yine Yezid’in saffında olacaklar mıydı? Ve Kerbela denilen yer, tarihte bu kadar yer tutar mıydı? Gelin cop yerine birbirimize hakkı dürtelim ki orta doğuda yeni Kerbelalar oluşturmayalım!
İnsanların birbiriyle olan davranışları ( ilişkileri) ve meselelere yaklaşım biçimleri genellikle doğup büyüdükleri ortama göre şekillenir.
Barbar ve kaba bir ortamda büyüyenlerden nezaket ve hoş görü beklemek akıl kârı değildir. Belki de yapılması gereken en makul davranış, onları eğitmek ve o davranışlarından kurtulmaları için onlara bolca zaman tanımak olacaktır.
Hayvanlarla Uğraşanların Kültüründe: Sorunları Çözme Şekli.
Bilindiği üzere hayvanlarda “sorun çözme metodu veya arzu ettiğine ulaşmanın yolu” güçtür.
Hayvanlarla uğraşan ve kırsal bölgede yaşayan toplumların çocukları, çocukluğunun ilk adımını hayvanların içinde atmak zorunda kalır. Başka bir yaşam tarzını rol model alamayan bireyler, boynuzlu keçinin boynuzsuz keçiyi saf dışı bıraktığını görerek büyür. Bu da bilinçaltına “sorunlarını güç kullanarak çözmeyi veya hakkını güç kullanarak almayı” yerleştirir.
Bu anlayışla büyüyen birey, sonraları hakkı olmasa da arzu ettiği şeyi güç kullanarak almayı da adet edinir. Sosyolojik olarak da ele alındığında bireyin yaşadığı coğrafyasının sadece insanı veya hayvanı değil, yaşadığı coğrafyanın havası bile insanın karakterinin oluşmasında etkendir.
Voltaire’in dediği gibi; “Kuvvetleri eşit olan köpekler, birbirlerine dişlerini gösterirler. Ortada paylaşılacak bir şey olduğu zaman da birbirlerine saldırırlar.” Ama insanların artık bu makûs kaderlerini yenmesi gerekir. Malcolm X’in dediği gibi artık; “Gücümüzü hırlaşmak için değil, birleşmek için kullanmalıyız.” Zira bilmeliyiz ki güç ile elde edilen şeylerin sahipliği geçicidir. A. Lincoln’un da dediği gibi; “Güç süreklidir; ama gücün kazandığı zaferlerin ömrü pek kısa olur.”
Bu bağlamda insanlığın bir türlü bedevilikten(göçebelikten) hazariliğe (medeniliğe) geçiş yapamamasının nedeni zihnimde zemini çok geniş bir soru işareti olarak yer alıyor.
Şehirde yaşamakla/oturmakla veya kravat takmakla medeni olunmaz!
Neden?
Âdem’den bu yana sorunların çözümünde olsun, hakkını elde etme meselesinde olsun; insanlığın kullandığı metod hep güç ve kuvvet olmuştur. Kabil de sorununu güç ile çözmeye yeltenmiş ve sonrasında pişmanlıkla ve nedametle kahrolmuştur, medeniyet asrı addedilen 20. asrın insanı da. Zira günümüz insanı da aynı metodu denemekten geri durmamaktadır. İletişim ve sorunları çözme konusunda her nedense; söylem ile eylem bir türlü birbirini tutmuyor!
İbn-i Haldun’un toplumsal evrim modeli olan bedevi ve hazari ayrımına da dikkat etmek gerekir. Bu modele göre insanlık tarihi bedevilikten(göçebelikten) hazariliğe (yerleşik kent hayatına) geçiş yapmıştır/yapacaktır. Fakat geriye dönüp baktığımızda sadece yerleşik hayata geçiş yapılmış bunun yanında ise yerleşik hayat kültürü bir türlü insanlık tarihinde yer alamamıştır. Tam tersine bedevi yaşam ve bedevi yaşam tarzı hazari yaşam tarzını yarattıktan sonra da bu yeni yaşam tarzı içerisinde varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
Demek ki sadece çölden şehre gelmekle/yerleşmekle medeni olunmaz. Tek başına bu göç medeni olmaya yetmez, bunun yanında hayvanî zûlden insanî erdeme göç etme iradesini de gösterir ve hayvanî zûlden göç edip insanî erdeme yerleştiğimizde medenileşmeye adım atmış oluruz.
“Allah’ım doğru yoldan ayırma!” diye dua edenlere sesleniyorum, doğru yoldan çıkmamak için önce doğru yolda olmak gerekir. En iyisi gelin hep beraber, “Allah’ım bizleri doğru yola ilet” diyelim!