Bu ülkede gece haberlerini izleyip, sabah haberlerini uykunuza feda ederseniz, uyandığınızda hiç aklınıza gelmeyen bir gündemle karşılaşabilirsiniz. Bir cumhurbaşkanı tuhaf bir şekilde ölmüş, ünlü bir gazeteci şehrin en işlek caddesinde ensesinden vurulmuş ya da arabasında bombayla parçalanmış, bir gazete binası havaya uçurulmuş, bir başbakan ve oğluna ait olduğu iddia edilen ses kaydı, tahrip gücü yüksek bomba gibi, ülkenin gündemine düşmüş olabilir.
Böylesi bir eylemi planlayanlar dışında herkes hazırlıksız yakalanır, herkes yorum yapmaya başlar, bu coğrafyada yaşadığınızdan sizin de bir şeyler söylemeniz kaçınılmaz olur. Öldürülen gazeteciden, “eceliyle” ölen cumhurbaşkanından, ses kaydı mezat malı gibi ortada dolaşan başbakandan hoşlanmıyorsanız işiniz kolaydır, “hak etmişti zaten” der, kervana katılırsınız. Ama ahlaki ve politik değerleriniz varsa, insan yaşamına saygılı, yargısız infazlara cepheden karşıysanız, işiniz zordur, daha analitik, daha kuşkucu düşünmek zorundasınızdır.
Sanırım sözü Başbakan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen ses kaydına getirmek istediğim anlaşıldı. Bu coğrafyanın insanları böylesi ses ve görüntü kayıtlarına hiç yabancı değil.
Daha önce ana muhalefet partisinin genel başkanı için piyasaya sürülen kayıt amacına ulaşmış ve onu saf dışı etmişti. 15 yıldır bir adada hapis yatan Öcalan için piyasaya sürülen kayıtların amacı da onu etkisizleştirip saf dışı etmek, barış sürecini çökertmekti. Erdoğan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen konuşmanın piyasaya sürülme amacı da farklı değil, Erdoğan’ı saf dışı etmek, çökertmektir. Böyledir, çünkü bunların tamamı demokrasi ve hukuk dışı eylemlerdir. Tam bu noktada kocaman bir ammmaaa kelimesini kullanmak zorunludur.
Ammmaa, eğer iktidara hükmedenler yeterince şeffaf ve demokrat değilse, bizim gibi sıradan insanların kapalı kapılar ardında nelerin döndüğünü, adına para denen lanet aracın kimleri nasıl bir ilişki içine soktuğunu öğrenme şansı yoktur. Biz, onların kendi aralarında yaşadıkları uzlaşmazlıkların ortaya çıkardığı olaylardan öğreniyoruz birçok şeyi. 17 Aralık operasyonunun ardından dört bakan istifa etmek zorunda kalıyor, en büyük bankalardan birinin genel müdürünün evinde milyon dolarlar bulunuyor, iktidar bu kirliliğin üstüne gidip kamuoyunu ikna edeceğine, bunu “komplo” söylemleriyle geçiştirip kapatmaya çalışıyor.
Tüm topluma “olur böyle yolsuzluklar, siz aldırmayın” demeye getiriyor. Hatta bunda bir ölçüde başarılı da oluyor, aydın, demokrat geçinen birçok insanın kafası karışıyor, bu kirliliği önemsemeyip “komplo” söyleminin savunucusu haline geliyorlar. Diyelim ki komplo, ama kirlilik ve rüşveti nereye koyacağız?
Tüm bunlar tartışılırken, başbakan ve oğlunun telefon konuşması giriyor gündemimize. Yine bizim gibi sıradan insanların bu kayıtların gerçekliğini teknik olarak anlama, bilme şansı yok.
Yok, ama bu kez hakkında iddialar ileri sürülen kişi bu devleti yöneten, elinde siyasi, hukuki, ekonomik, teknik vb binlerce olanak bulunan bir başbakan. Hem kendini savunacak, hem de iddiaları çok kısa sürede çürütecek güç ve olanaklara sahip birisi.
Hakkari’nin kırsalında, dağdaki yeğeni ya da oğluna yiyecek verdiği, evinde yatırdığı için örgüt üyeliğinden hapiste yatan, kanser hastası olduğu, günleri sayılı olduğu halde serbest bırakılmayan, sesini kimselere duyuramayan biri değil. Onlara sesini çıkarmayanların, başbakanın oğluyla yaptığı iddia edilen konuşmayı ondan önce reddedip avukatlığına soyunmalarını ben anlamıyorum, anlayamam. Üstelik o başbakan makul insanları ikna edici, dişe dokunur bir argümana sahip değilse hiç anlayamam.
Böyle bir durumda siz susun, söyleyecekleri varsa başbakan söylesin. Bu onun boynunun borcu, sonra hep beraber konuşuruz.