1960’lı yıllarda CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel‘i irticaya prim vermekle itham eder; özellikle Bediüzzaman‘ın ‘Nur Cemaati’ tarafından desteklenmesini buna delil olarak gösterirdi. Nurcular, gerçekten büyük bir sadakat ile her seçimde AP‘yi desteklemeye devam ettiler. Daha sonra da genellikle merkez-sağ partileri desteklediler. Lâkin nurcular siyasetle çok fazla iç içe olmamışlar, daha ziyade hayır hizmetleriyle uğraşmışlar ve bir bakıma Kur’an-ı Kerîm‘i izah eden Risale-i Nur Külliyatı‘nı okuyup okutmuşlardır. Nurculuk, bazılarının zannettiği gibi bir tarikat değildir. 1970’li yıllardan itibaren Nur Cemaati‘nin bir kısmı genç bir İslâm âlimi Fethullah Gülen hocaefendinin etrafında toplanmış ve bu yeni hareket süratle gelişip büyüyerek Türkiye‘nin en tesirli İslâmî cemaati hâline gelmiştir.
Özellikle eğitim ve öğretim hizmeti alanında ağırlık kazanan bu cemaatin tabanında tahminlerin üstünde çok sayıda samimî mensupları vardır. ‘Hizmet Hareketi’ olarak adlandırılan bu cemaat, 2002 Kasımı’ndan beri yapılan bütün seçimlerde ve 2010 Referandumu’nda AK Parti‘yi desteklemiştir. Buna mukabil, son yıllarda Cemaat‘in özellikle Emniyet ve Yargı içinde yapılanmaya ve kadrolaşmaya başladığı da bir vakıadır. Bu hızlı ekipleşme, söz konusu kurumlar içinde önce ayrımcılıklara ve huzursuzluğa sebebiyet vermeye başlamış; daha sonra devletteki hukukî düzeni sarsacak şekilde yetki aşımları görülmüştür.
7 Şubat 2012’deki MİT Müsteşarı‘nın ifadeye çağrılması olayı, bu hukuk dışı müdahalecilik anlayışının en tipik örneğidir. Diğer taraftan, CHP medyası ve muhalefet bu huzursuzluğu ‘Cemaat- Hükûmet Kavgası’ olarak lanse etmiş; ne yazık ki özellikle körüklenen bu fitne hızla büyütülerek 17 Aralık Operasyonu‘na kadar gelinmiştir.
***
17 Aralık‘ta yolsuzluk iddiasıyla yapılan operasyon, aslında Hükûmeti ve Başbakanı hedef alan bir itibarsızlaştırma komplosudur. Henüz açıklık kazanmamış yolsuzluk iddialarının bahane olarak kullanıldığı gün gibi açıktır. Hemen sonra hukuka aykırı olarak yürütülmek istenen 25 Aralık ve İzmir operasyonları ile bu süreç devam ettirilmiş; bu komplolarla siyasete millet iradesi dışında müdahale edilmek istenmiştir. Başbakan‘ın dediği gibi bu, seçilmiş Hükûmete ve siyasî iktidara karşı yapılmış bir darbe teşebbüsüdür. İllegal yöntemlerle düzenlenen bu ‘itibarsızlaştırma’yı tasvip etmek mümkün değildir.
***
Diğer taraftan, Cemaati ve hareketin lideri durumunda olan Fethullah Hocaefendi‘yi de ‘itibarsızlaştırma’ konusunda son günlerde yoğun bir faaliyet başlatılmış ve millet olarak dûçar olduğumuz bu korkunç fitne durulacağına, daha da artış göstermiştir. Gerçi Başbakan Erdoğan en sert konuşmalarında bile Cemaatin yönetim kadrosu ile tabandaki samimî mensupları birbirinden farklı değerlendirmiştir ama tenkitlerinde haklı da olsa kullandığı bazı sıfatlar ve benzetmeler incitici bulunmuştur. Son olarak, bazı işadamlarıyla Gülen‘in konuşmalarının bantlarının yayınlanması, bu defa tersine bir ‘itibarsızlaştırma’ hareketini akla getirmektedir.
***
Bir yandan Hükûmet kanadının çok sert tedbirler alacağı söylentileri, diğer taraftan Cemaat‘in elinde AK Parti İktidarı aleyhinde çok sayıda kaset bulunduğu ve bunların yayınlanacağı dedikodusu, bu üzücü fitneyi körüklemektedir. Aynı inançlara, mukaddeslere ve değer yargılarına sahip kişiler çatışırken, bu arada yıllardır irtica avcılığı, din ve cemaat düşmanlığı yapanlar bu manzarayı ellerini ovuşturarak keyifle seyretmektedirler. Tepkiyle de olsa bazı cemaat mahfillerinin CHP‘yi destekleyecekleri söylenmektedir. Âkil adam pozuna yatıp ukalâlık etmek istemem. Lâkin bir an önce bu fitnenin önünü kesmek, hiç değilse hızını azaltmak zorundayız. Aksi hâlde bu fitnenin devamı, Türkiye‘ye ve bu güzel ülkenin imanlı insanlarına zarar verecektir.