Bugün Türkiye’nin 61’inci ve Erdoğan’ın ise 3’üncü hükümeti kuruldu. İlginç değil mi, 90 yaşına bile gelmemiş başkent Ankara daha şimdiden 61’inci hükümetine ulaştı.
Bu rakam bize, Kemalist rejimin idari paradoksunu göstermesi bakımından manidâr bir sayı.
Bu hükümetlerden 10’unu İsmet İnönü, 7’sini Demirel, 5’ini Adnana Menderes, 3’erini Tayyip Erdoğan, Çiller ve Mesut Yılmaz, 2’şerini Özal, Celal Bayar, Refik Saydam, Hasan Saka, Şükrü Saraçoğlu, Cemal Gürsel, Nihat Erim, birerini ise Abdullah Gül, Erbakan, Bülent Ulusu, Sadi Irmak, Suat H. Ürgüplü, Naim Talu, Ferit Melen, Şemsettin Günaltay, Recep Peker ve Fethi Okyar kurarlar.
Kabinenin 12 ile başlayan üye sayısı, bazen 10’a kadar düşer, bazen ise 37’ye kadar yükselir. Şu an kabinenin, başbakanın yanı sıra 4’ü başbakan yardımcısı olmak üzere 24 üyesi var. Fiili olarak devlet bakanlıkları lağvedilmiş gibi gözükse de, adı konulmamış 4 adet başbakan yardımcılığının ihdas edilmesi, aslında devlet bakanlığının hâlâ sürdüğünün göstergesi.
Üyesi yüzde seksen oranında değişmeyen yeni kabine, pek de heyecan yaratmadı. Ancak Ali Babacan, Beşir Atalay, Binali Yıldırım ve Recep Akdağ, Ak Parti’nin kurduğu dört hükümette de aralıksız yer almayı başararak, “demirbaş bakanlar” unvanını elde etti.
Bu kabine için her ne kadar “ustalık hükümeti” denilse ve bazı isimler çok başarılı bulundukları için yeniden kabinede yer aldığı iddia edilse de, genel kanı bu yönde değil.
Bu dönem Başbakan açısından bir “ustalık dönemi” olabilir. Amma velâkin bazı bakanların mazisi ne yazık ki hiç de sanıldığı gibi parlak değil. Bilhassa -özellikle de- Eker ve Akdağ gibi, galerileri icraat günahlarıyla dolu bazı isimler şansdaşlar…
Bir takım yorumcular, koltuğu koruyan bakanlardan Recep Akdağ, Mehdi Eker, ve Binali Yıldırım’ın başarılı olduğunu iddia ediyorlar. Bu kimselerin bir bölümü, eleştirmekten ziyade iktidarla iyi geçinmek isteyen, mürai tipler.
Diğer bakanlar bir yana, bu üç bakan hakkında bazı uygulamaları not edelim, başarı ve başarısızlık takdirini sizlere bırakalım.
* * *
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım; sakin, fıkra sever ve çalışkan biri. Lakin sakin olmak, çalışkan olmak her zaman toplum isteklerinin yerine getirildiği anlamına gelir mi?
Yıldırım, Ankara İstanbul hızlı tren projesini kâğıt üstünde de olsa masasında buldu. 9 yıl geçmesine rağmen Eskişehir-İstanbul bölümünü tamamlayamadı. Benimde emeğim geçen ve düz ovaya tesis edilen Konya-Ankara hızlı tren hattı 8 yılda güçbelâ tamamlandı. Kabul ediyorum ki -olumsuzluklarına rağmen- bu bir başarıdır. Diğer taraftan Sayın Bakan kendisine bağlı Türk Telekom’un haksız uygulamalarına karşı hiç de duyarlı davranmadı.
Rekabet Kurulu ve yargı kararlarına rağmen, -fiili durumda olduğu gibi- ADSL telefon hattı olmadan çalışabileceği halde, fakir fukaraya sabit telefon hattını dayatıp, milyarlarca liranın yıllarca fakir fukaradan TT’nin kasasına aktarılmasına göz yumdu.
RK’nın kararına uymak zorunda kalan TT’yi, Yıldırım’a bağlı BTK çıkardığı bir yönetmelikle kurtardı. Hatsız ADSL mümkün olacaktı ama ‘hattınız varmış gibi’ yeni bir ücret ödeyerek. Tıpkı Deli Dumrul hikâyesi gibi…
Aynı TT yıllarca reel faizin 8-10 katını, şimdi ise birkaç katını uygulayarak hâlâ toplumu cezalandırmayı sürdürüyor. Ayrıca bizleri dünyanın en yavaş İnternet’ini hâlâ en pahalıya kullanma bahtiyarlığına eriştirdikleri için minnettarız bittabi…
Yeter mi? Hayır. 29 liralık ADSL’nizi ödeyemeyin de görün başınıza neler gelir! Hem hizmetiniz kesilir, hem sabit ücret işlemeye devam eder, hem tıkır tıkır -temerrüte rahmet okutacak- faiz çalışır, hem de kapattıkları için 15 TL’lik ilave fatura hediyesi ile ödüllendirilirsiniz. Adalet, hakkaniyet ve başarı, bunları görmezlikten gelmek olmalı. Demek ki; toplum bir yana, Türk Telekom bir yana!
* * *
Toplum sağlığını korumak adına 9 yılda tek bir çivi çakmayan Sağlık Bakanımız da, kabinenin en şanslılarından… 5 milyar dolardan devraldığı yıllık ilaç tüketimini, 20 milyar dolara çıkaran bakanımız, 45 milyon kişiyi de domuz gribi masalına kurban verecekti ki, bendeniz ve Prof Ahmet Rasim Küçükusta’nın uyarılarıyla, 43,5 milyonu çok şükür kurtardık. Dahası bunun için de, milyarlarca liramızı ilaç firmalarına armağan ettik…
Hatırlayınız, Başbakan Erdoğan grup toplantısında Akdağ’ın gözlerinin içine baka baka “Aşı konusunda, bakanımla aynı düşünmüyorum. Aşı olmayı düşünmüyorum, Cumhurbaşkanımız ve benim aşı olacağımı söylemişsin, bunu hemen düzelt” diye fırçalıyor.
Sonra milyonlarca aşı iptali ve dünya çapında ardı ardına gelen “domuz gribi”nin palavra olduğu itirafları. İşte, bunun adı başarı!
Kimileri diyebilir ki, ‘efendim artık rahat rahat tedavi oluyoruz. Neredeyse hiç para pul ödemiyoruz.’ Çok doğru, sizi rahat rahat tedavi edip, ardından da SGK’ya kabarık bir fatura gönderiyorlar. Sonra da onları uzun uzun vergi veya sigorta pirimi olarak hep birlikte ödüyoruz.
Bütün ülke rahat rahat hastalanıyor, sonra aheste aheste tedavi ediliyor. Kısaca her yer hastane, herkes hasta. Bu da bir başarı…
* * *
Tarım Bakanı Mehdi Eker de koltuğunu kaptırmayanlardan. Niye kaptırsın ki, tüm tohumcular, gübreciler, tarım ve hayvan ilacı üreticileri kendisini ayakta alkışlıyor. İcraatlarından gözleri yaşarıyor.
“Kuş gribi masalı”nda, bakanlık görevlilerine astronot kıyafeti giydirterek, insanları korkuttuktan sonra, ülkenin tüm tavuklarını zehirli gazlarda telef ettirdi. Bu sayede de, ülkenin tüm yerel ırkları ortadan kaldırıldı ve tüm ülke Bush ailesinin tescilli genetik tavuklarına bağımlı kılındı.
Yaşamın kaynağı tohuma gelince, -şimdilik- yıllık 1,5 milyar dolarlık tohum ithal etme başarısını(!) yakalattı. Tohum konusunda kimseye muhtaç olmayan Türkiye, artık egemen küresel güçlerin bağımlısı…
Tarım üretimi bu dönemde tarihte hiç görülmediği kadar küçüldü. Ne yazık ki, tarımda kendi kendimize yetemez hâle getirildik. Ve artık, meraları bomboş yatan ve insanları işsizlikten kahvehane köşelerinde bekleşen Türkiye, dünyanın her köşesinden et ve hayvan ithal ediyor!
Her zaman olduğu gibi “gıda terörü ve gıda teröristleri” bakanlık zırhıyla korunmayı sürdürüyor. Ülke, GDO cennetine çevrilmiş. Rusya, Almanya, Hollanda, Fransa, Endonezya ve sair ülkelerin gümrüklerinden geri dönen gıdalar, iç pazara verilenlerden daha güvenli diye seviniyoruz!
Eh bundan iyisi, Şam’da kayısı. O halde, Mehdi Bey’de kesinlikle başarılı… Aksi halde kabinede bunca yıl neden tutulsun ki?
Bu konularda çok yazdık, çok da yazacak şey var. Şimdilik bunlarla kifayet edelim. Lakin son söz olarak, bir yandan 61. hükümetin hayırlı olmasını dilerken, diğer yandan da bu eleştiriler konusunda yanılmayı herkesten çok diliyorum. Keşke, hayırda başarılı olsunlar da, var ben mahcup olayım.
Yanılma özlemiyle…