NOT: Bu yazı, ODTÜ yıllarımda ikisini yakından tanıma onuruna eriştiğim 3 fidan için, 5 Mayıs 2010 tarihinde yazılmıştı…
Bugün yine bir 5 Mayıs!… Yazı yine önümde!..
3 Fidan’ın sonsuzluğa uğurlanışının yıldönümü yarın!..
Bir de ULU BİR ÇINAR eklenmişti 3 fidan’a 5 Mayıs 2011’de…
Bu kez, mahkeme koridorlarında veya, idam sehpası önünde değil, sonsuzluğun ışığında buluşmuştu 3 Fidan, Ağabeyleri o Koca Çınar Halit Çelenk ile!..
Tarihin yarım bıraktırdığı “Tam Bağımsız Türkiye!” destanına birlikte, ışık olacaklar yeniden!… Günler o gündür hala!..
Günler o destana muhtaç!..
*
Sıradan bir gün değildir 6 Mayıs.
Hem Ölümsüzlüğe; hem ihanetlere milattır o 6 mayıs!..
İntikam uğruna, canice zamansız soldurulan üç kızıl gülün, ölümsüzlük adına; yüreklerde; tazelenerek yeniden açtığı gündür o 6 Mayıs…
Halkın bağımsızlığı ve özgürlüğü uğruna; alkanlara boyananların, darağacında onurluca can verenlerin, geçen 42 yıla rağmen, cellatlara inat; yüreklerde o günlerin tazeliğiyle yaşatıldığı gündür bugün.
Acımasızlığının tüm hünerleriyle yüklendi faşizm gençlerin haklı taleplerine!…
Biliyordu; kaybederse ülkede ebediyyen son bulacaktı kaba kuvvet sürdürdükleri, emperyalizm uşaklığındaki işbirlikçi soygun düzenleri!.. İlk darbeyi Kurtuluş Savaşı’nda almışlardı.
Ne yazık ki; işbirlikçiler kazandı!.., Darağaçları kuruldu, faili meçhullere ve işbirlikçi faşist imha timlerine ek olarak!..
Sade gençler değildi darağaçlarında can veren!.. Hukuktu!..
Bu nedenle, bağımsız bir ülke yaratma yürekliğinin, mahkeme kararıyla katledildiği tarihtir 6 Mayıs!..,
O günlerle meşruiyet kazandı; hukukun katli; uzandı bugünlere!.. Balyozlara, Ergenekonlara…
Ülke servetlerinin ve dahi kalelerinin, limanlarının; bankalarının, topraklarının rahatça satılması için yaratılan ortamın da miladı o 6 mayıs!..
Sevr artıklarının ve işbirlikçilerinin; taşeron eşbaşkanlar görevlendirmek için, kurulacak tezgahların hukuki temellerinin atılması adına, korkutma, sindirme ve gözdağı verme adına darağaçlarının kurulduğu, hukuk cinayetlerinin işlendiği gündür o gün!..
Parmakla çağrılma onursuzluğunun peşinden koşanların cirit attığı ortamların oluşturulması adına kurulan tezgahların da miladı bu sözü edilen gün!..
**
Bir 6 Mayısıdır ki, bu; 1972’nin; kör gecesinde saat; 01.00’i ile 03.00’ü arasında; yaşanan… Onurlu ve unutulmaz bir drama sahne olmuştur.
Geçen 42 yıllık süre bile, bu 6 Mayıs’ta yaşanan acıyı küllendirmeye yetmemiş, yaşanan onuru gölgeleyememiştir.
Sehpa önünde sorulan en haksız en acımasız hesabın tarihidir bu 6 Mayıs!. Aynı zamanda ölümsüzleşmeyi bilmenin!..
Önce birincisi alınmıştır hücresinden, ayakkabılarının bile bağlanmasına fırsat verilmeden. Son hazırlıkların tamamlanması bahanesiyle, başgardiyan odasından biraz sonra can vereceği idam sehpası seyrettirilmiştir kendisine.. Ve gecenin gongu 01.00’i vurmaktadır. Vakit tamam denmiştir kendisine.. Bir “hadi eyvallah!” çekmiştir çevresindekilere, vakur adımlarla idam sehpasına yürürken.. Ayakkabılarının düşmemesi için bağlanmasını istemiştir son talep olarak. Çift katlı ilmik boynuna geçirildiğinde haykırmıştır gecenin kör karanlığına doğru, meydan okurcasına kendisini idama mahkum edenlerin suratına;
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!.. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!.. Yaşasın işçiler köylüler!.. Kahrolsun emperyalizm!..”
Son tekmeyi kendisi vurmuştur ayaklarının altındaki tabureye.. Masa üzerinde birkaç tur atan tabure, yuvarlanmıştır masadan aşağıya.. Ama ayakları masaya değer vaziyette kalmıştır ipin ucundaki adamın. Masanın çekilmesi emredilmiştir cellada.
Tam 25 dakika sürmüştür bu işkence ipin ucunda.
İkincisi getirilmiştir başgardiyan odasına, yukardaki işlemler sürdürülürken.
Bu kez; az sonra can vereceği sehpası yerine, bizzat arkadaşının idamı izlettirilmiştir ikincisine.. Çünkü idam hükmünün altına imza attırılan mahkeme başkanı şahsın ifadesiyle,”ibret-i müessese”olsun diyedir bu uygulamalar.
Aynı kararlılık ve vukurla tırmanmıştır idam sehpasına ikincisi de, tıpkı birincisi gibi.. ilmik bir taraftan boynuna takılırken haykırmıştır idam heyetinin suratlarına tükürür gibi..
“Ben ülkemin bağımsızlığı ve ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum!.. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!..Biz halkımızın hizmetindeyiz!.. Sizler Amerikanın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!..”
Belki daha söyleyecek çok şeyi vardı ama, daha fazlasına tahammülsüzdü idam mangası.
Onlardan önce davranıp bastı tekmeyi ayaklarının altındaki tabureye… Birincisi kadar uzun sürmedi sallanması ipin ucunda. Cellat tek ilmikle işi bitirdiğini beyan etmişti heyete..
Ücüncüsü çoktan getirilmişti başgardiyanın seyir odasına, “ibret-i müsseseden” ders alsın diye…. seyrettirildi ikincinin ipe çekilişi saniye saniye..
Seyircileri kendileriydi ipe çekilenler, bir de heyet!..!.. Sahneler tekrarlanıyordu aktörleri değiştirilerek.. Aynı kararlılık ve aynı onurlu duruşla, sehpadaydı üçünçüsü!.. Haykırdı tarihe, gecenin derinliğinde!. Sanki biraz sonra ebediyyen susacak o değilmiş gib!..
“Ben hiçbir çıkar gözetmedim!.. Halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım!.. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım!.. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum!.. Yaşasın işçiler, köylüler, yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!..”
Saat tam 03.00. Ekip bitirmişti başarıyla işini. Mahkeme heyetinin en yetkilisi, keyifle derin nefesler çekmekteydi sigarasından, sehpaya yakın bir ağaca yaslanıp.
İçlerinde 35 doktorun da bulunduğu 276 kişilik bir Milli İradenin, histeri çığlıkları ile tempo tutarak “üçe üç-üçe üç” diyerek onay verdiği görev tamamlanmıştı.
*
İşte böyle bir güne uyandı 6 Mayıs 1972 sabahı yataklarından kalkanlar!.. 3 Eksikle uyandılar!.. Deniz, Yusuf, Hüseyin yoktu!..
Hayatlarının baharında, henüz 24-25 yaşlarında idam sehpasında 11 yıl öncesinin intikam duygularına kurban edilen, bu geçler birtek kişinin bile canına kıymamıştı. “Ülkemizin bağımsızlığı için Amerikan emperyalizmine karşı bir mücadeleden başka birşey istemedik” demişlerdi savunmalarında!.. Zaten biliyorlardı, kelle istemek için hazırlanmıştı iddiname..
*
Pekii!; ya görevini başarıyla(!) ifa emiş, ağaca yaslanarak keyifle sigarasını tüttüren kimdi dersiniz? Onu da anımsatalım kısaca. O’da , 22 Nisan 2010 tarihinde, yemekte boğularak ölen, cenazesinde, imamın cemaate; “merhumu nasıl bilirdiniz!?” sorusunu bile sormadığı, intikamın kinini, “idam sehpasında bile komünizm propagandası yaptılar” diyerek yıllar sonra bile ortaya koyan Ali Elverdi!..
İnanıyorum ki; ömrünü, haksızlıklara karşı hukuk mücadelesine adamış, Ulu Çınar Halit Çelenk, bir diğer Ulu Çınar, Niyazi Ağırnaslı’yla birlikte, Üç Fidan’ın yarım kalan destanının hesabını soracaktır Ali Elverdi’lerden!
Ve, sorulacak bu hesap; “ibret-i müesses” (etkin ibret) olmalıdır günümüzün Ali Elverdi’lerine ve onun hempa(omuzdaş)larına!.. Günler o gündür!..