Hayatta en büyük zevkim, sahaf/eski kitapçıları dolaşıp hazineleri keşfetmek. Bütçem el verseydi eve her gün bir çuval eserle dönerdim sanırım. Fatih’teki Sahaf Dylemi’nin raflarını karıştırırken Mehmet Cemal’in ‘Muhterem Başkan’ adlı eseri geldi elime.
Daha sonra farklı yayınevlerinden farklı baskıları çıksa da, elimdeki eserin ilk baskısı 1975’de Sırdaş Yayınları’nın ilk eseri olarak yayınlanmış.
Eser’in birinci cildi, Erbakan Hocanın babasından başlayarak 12 Mart muhtırasına kadar ki hikâyesini başarılı bir dille anlatıyor.
Dile getirilecek çok olay ve ilginç kahramanlar var eserde. Bu kitap vesilesiyle, rahmetli Hocanın TOBB serüveninde yaşadığı yakın tarihimizdeki karanlık bazı olaylara ışık tutacak trajik bir olayı paylaşalım.
Almanya’daki akademik görevinden dönen genç prof Erbakan, özellikle Koç grubunun engellemelerine rağmen, Gümüş Motoru kurmuş ve hayli yol almıştı. Karşısına çıkarılan her türlü engele rağmen başarılı olmuş, bu nedenle Menderes’ten sonra da darbecilerin dikkatini çekmişti.
Ancak hep ‘molla’ ve ‘takunyalı’ olarak tanımlanıp küçümsendiğinden, girişimlerine olmadık gerekçelerle engeller çıkarılıyordu. En sinsi ‘düşmanı’ ise, ders geçmesi için yardım ettiği, bazen de ikna edip namaza götürdüğü Demirel olmuştu.
Derken Erbakan TOBB’ın Genel Sekreterliği’ne getirilir. Ardından da TOBB Genel Başkanı seçilecektir. Gelişmelerden rahatsız olan Başbakan Demirel, polis baskınıyla onu görevinden uzaklaştırarak TOBB’u işgal edecektir.
‘Muhterem Başkan’ın akıcı üslubu kitabı bir solukta okumamı sağladı. Kitapta merhum Necip Fazıl’ın en azılı komünist olarak tanımlandığı, çoğu kimsenin ilk kez duyacağı Erbakan’ın ÖSEK anısı özetle şöyle aktarılıyor:
TOBB bünyesinde kurulan ‘Özel Sektör Enformasyon Komitesi (ÖSEK), her yıl 600 bin TL’lik tahsisatı olan, ayrıca bir yığın ek tahsisat ve yardım alan ve merkezi ise İstanbul Tepebaşı’nda bir birim. (Kabaca 5,5 milyon dolar ediyor)
Gelirine karşılık harcamaları üzerinde hiçbir sorumluluk taşımayan, parasını bir çeşit örtülü ödenek salahiyeti ile dağıtan, TOBB Genel Kurulu’na hesap vermekle mükellef bulunmayan ÖSEK’in adını daha vazifesine yeni başladığında adını duymuştu Necmettin Erbakan.
ÖSEK’in amacı; TOBB adına kapitalistlerin haklarını koruyup, Komünizm’le ve Marksizm’le mücadele eden bir yapı olarak takdim edilmişti. Bu amaçla da zenginlerden büyük paralar aktarılıyordu ÖSEK’e.
Derken bir gün Erbakan hoca, TOBB Genel Sekreteri olarak ÖSEK’in merkezine gidip, kurumu incelemeye başlar.
ÖSEK yöneticileri, Erbakan’a komünizm tehlikesinden, korkunç faaliyetlerinden, Türkiye üzerine giriştikleri pazarlıklardan ve memleketi sürüklemek istedikleri uçurumlardan söz ederler.
Erbakan Hoca sorar: “Peki siz buna mukabil neler yapıyorsunuz?”
ÖSEK yöneticileri ise “Başlıca faaliyetlerimiz; memleketimizdeki Komünizm cereyanlarına set çekmek, fikir ve kültür yoluyla engel olmaktır” şeklinde cevaplar.
Hoca devam eder: “Bunu başarmak için neler yapıyorsunuz?”
C: “Basın ve üniversite ile işbirliği yaparak… Bir takım muharrir, fikir ve ilim adamlarına yardım ederek…”
Hoca: “Her ay 100 bin TL olan tahsisatınızı nerelerde kullanıyorsunuz?”
C: “Bu işte, bu amaçla efendim… Dosyaları zatı âlilerinize arz edeceğiz. Mevcut fonumuzdan bu mücadeleye yardım edenlere ödül, mükâfat veriyoruz. Maddi olarak da taltif ediyoruz.”
Hoca: “Mesela?”
C: “Bedii Faik, Çetin Altan, Prof İsmet Giritli, Prof Tarız Zafer Tunaya…”
Bu acı tablo karşısında aklı duran Hoca şu soruyu yöneltir: “Çetin Altan’a kaç lira verdiniz?”
“Fıkrasına 1.000 lira veriyoruz efendim. Ayda ise 15 fıkrasına karşılık 15 bin TL telif hakkı ödüyoruz.” (Bu yıllar 1 doların 9 TL ettiği yıllardır.)
Erbakan’ın gözünün önüne, Ararat Yayınevi’nin yeni bastığı ve Maocu gençlerin bu kitabı Karaköy vapur iskelesinde sattığı, Çetin Altan’ın “Sosyalist’in el kitabı” gelir.
Bir anlık duraksamanın ardından ÖSEK genel sekreterine şu soruyu yöneltir: “Bu memlekette en meşhur komünistler kimlerdir? En meşhurlarından birkaç isim verin bakalım.”
Genel Sekreter ÖSEK’in dosyalarını açar ve Erbakan’a anlatmaya başladı: “Necip Fazıl Kısakürek en başta… En azılıları budur.
Sonra Mehmet şevket Eygi gelir.
Ardından da Ergun Göze…”
Erbakan gerisini duymaz bile, gözleri dolarak ağlamaklı olur. ‘Komünizmle mücadele maskesi’ adı altında, hakikatte solculara maddi yardımlarda bulunulmaktaydı.
Erbakan Hoca, ÖSEK’ten ayrılırken her şeyi anlamıştı. “Bunlar Yahudi ve Mason diktasıyla ve sırf İslam düşmanlığı gayretkeşliği ile Müslüman cephenin şahsiyetlerine, takdircisi ve yardımcısı oldukları solcu tiplerin hüviyetlerini giydiriyorlar… Biraz hainlik, biraz da cahillik eseri büyük ve gizli hainlerin kuklası olarak çalışıyorlar belli ki ” diye düşündü.
Özetle böyle diyor Mehmet Cemal, “Muhterem Başkan’ adlı eserinde.
Tek başına Özal’ın mezarının açılıp suikast izlerinin aranması bile, yakın tarihi çok karanlık olan bir ülkede olduğumuzun en büyük işareti.
Elbette 10 yılda önemli değişimler yaşandı. Özellikle de son 5 yılda. Ama daha yapılacak çok iş var. Binlerce kirli ve karanlık dosyadan sadece üç beşini aralamak sorunları çözmeye yetmiyor. Daha fazlası, daha fazlası, daha da fazlası yapılmalı.
1800 sonrası, tarihi evrelere ayrıp, hallaç pamuğu gibi atılmalı, santim santim taranmalı, karanlık ne varsa aydınlatılmalı. Bölgesel liderliğe oynayan Türkiye’nin özellikle yakın tarihiyle yüzleşme konusunda yapacak çok işi var.
Elbette en büyük sorumluluk iktidarda. Elbette fert fert bizlere de daha çok okumak gibi büyük bir sorumluk düşüyor. Temizlik hareketi hep birlikte olursa başarılı olur.
Ama Ankara’daki koltukları işgal eden bazı zevat, midemizi dolayısıyla akıl, ruh ve imanımızı kirletiyor. Belki de içimize karışıp bizdenmiş gibi gözükenleri bilmemizi istemeyenler var aramızda. Belki de…