Darbe kelimesi sözlükte: vurma, çarpma, musibet, felaket, kuvvet kullanarak iktidarı değiştirme vb anlamlarda kullanılmaktadır. Türkiye’de iktidar değişimleri eğer cumhuriyet dönemi ile sınırlandırılacak olursa seçim dışında, askerlerin zorlaması ile yapılan değişimler:
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 olduğu bilinmektedir. Ancak bu değişimi yapanlar, darbe kelimesi yerine çoğunlukla müdahale veya muhtıra kavramlarını kullanmıştır. 28 Şubat soruşturmasının başlaması ile birlikte bunun bir darbe olup olmayacağı da tartışma konusu haline geldi.
28 Şubat müdahalesinin bir askeri darbe olmadığını savunanlar, Milli Güvenlik Kurulunda (MGK) alınan kararların uygulanmaya çalışılmasının, N. Erbakan Hükümetinin de 28 Şubat 1997’de yapılan MGK toplantısında hazır bulunduğu alınan kararlarda imzasının olduğu dolayısı ile bu kararların alınması ile başlayan dönemin “bir darbe sayılamayacağı” görüşünü savunmaktadırlar.
Ne var ki olayın hikayesi bundan ibaret değildir. Çünkü 26 Aralık 1996’da Hürriyet Gazeteine bir açıklamada bulunan dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya: “irtica’nın azdığını ama bu sefer işi silahsız kuvvetlerin halledeceğini” iddia etmiştir. Ankara’nın Sincan Belediyesi’nin düzenlediği “Kudüs Gecesinde”, lise çağındaki gençlerin oynadığı bir tiyatro oyununda İsrail Askerlerinin Filistinlilere uyguladığı şiddetin temsil edilmesinin ardından 4 Şubat 1997’de Sincan sokaklarında çok sayıda tank yürümüş bilahare dönemin genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Tankların Sincan sokaklarında yürütülmesini “demokrasiye balans ayarı” diye açıklamıştır. Bu iki örnek olay, 28 Şubat’ın mahiyetini açıklamaktadır. Demokrasiye tankları yürüterek balans (denge) ayarı vermek bir hükümet darbesidir. Tank bir gücün/kuvvetin gösterisidir. Kime karşı? Dönemin hükümetine, TBMM’ne karşı bir kuvvet gösterisi olmuştur.
Dönemin başbakanı N. Erbakan’ın yapıp ettiklerinin “irticayı azdırdığı” iddiası medyada sabah akşam tekrarlanmıştır. Elbette konuyu takip edenler bilir ki İrtica, İslam yerine kullanılan bir kavramdır. Her ne kadar, kelime anlamı “geriye dönüş” demek ise de ilk defa siyasi bir içerikte kullanılması 31 Mart Olayında (13 Nisan 1909) “meşrutiyet öncesine dönüş” anlamında kullanılmış ise de Cumhuriyet döneminde bu kavram doğrudan İslam’ın yerine kullanılır olmuştur.
Haziran 1996’da N.Erbakan başkanlığında kurulan, koalisyon partilerinin adı nedeniyle de Refah-Yol diye bilinen bu hükümetin, Türkiye’nin genel siyasi yapısı hakkında bir değişiklik yapmadığı bilinmektedir. O dönemde belli başlı her gazete sahibinin bir de bankası vardı. Bu bankalar hazineden ortalama % 60 faizle aldıkları parayı, ihtiyaç duyan devlet kuruluşlarına ortalama % 120 faizle kredi olarak verirlerdi. Devletin parasını devlete % 100 faizle verirlerdi. N. Erbakan bu uygulamayı iptal ederek, gelir getiren bütün devlet kuruluşlarının paralarının adına havuz denilen bir yerde toplanmasını, ihtiyacı olan bütün devlet kuruluşlarının da bu havuzdan kredi alarak kullanmasını istemiştir. Böylece her gazete / tv sahibi büyük bir faiz gelirinden yoksun kalmıştır. Başbakan sıfatıyla N. Erbakan ilk yurt dışı gezisini de İran’a oradan Pakistan ve Bangladeş’e yapmıştır. Buna karşılık ABD hükümeti bu gezinin olmamasını, İran ile yeni bir doğalgaz ve petrol anlaşması yapılarak İran yönetiminin güçlendirilmemesini istemiştir. Bu isteğe rağmen N. Erbakan da belirtilen geziyi yapmıştır. Böylece hem içerde hem dışarıda ki güç odakları için N. Erbakan başkanlığındaki hükümetin “değişmesi kaçınılmaz” hale gelmiştir.
28 Şubat olayı kelimenin bütün anlamı ile bir darbedir. Darbede olabilecek bütün unsurlar vardır. Hükümetin kendi isteği ile istifa etmiş olması, TBMM’nin açık olması, MGK kararlarında hükümet üyelerinin de imzalarının olması bu olayı darbe olmaktan çıkarmaz. Çünkü geçmiş darbelerde de bunun benzeri vardır. Hatırlanmalıdır ki 12 Mart 1971’de başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanlarının isteği üzerine istifa etmiştir. Cumhuriyet Halk Partisinden(CHP) istifa eden Nihat Erim ertesi gün tarafsız diye başbakan yapılarak CHP ve AP’nin katılımı ile bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. TBMM’de bir sonraki seçimlere kadar açık kalmıştır. Böyle bir hükümet değişikliği ve TBMM’nin açık kalması ilk defa 28 Şubat darbesinde değil görüldüğü gibi 12 Mart darbesinde de olmuştur. Bu ortak özelliğe rağmen 12 Mart müdahalesini darbe ama 28 Şubat’ı darbe saymamak için akla uygun hiçbir neden yoktur.
28 Şubat olayı bir darbeyi de aşan bir içeriğe sahiptir. Çünkü Güven Erkaya’nın da dediği gibi bu işe “silahsız kuvvetler” de katılmıştır. 28 Şubat Darbesi: medya, sendikalar, ekonomi, siyaset ve dış ilişkileri göz ardı edilerek açıklanamaz.
Çünkü 28 Şubat darbesinden sonra havuz sistemi uygulaması terk edilmiştir. Banka sahipleri yine eskiden olduğu gibi devlet hazinesinden parayı, devlet kuruluşlarına % 100 faizle borç olarak vermeye, kendilerinde ait olmayan paradan para kazanmaya başlamıştır. Yine hatırlanmalıdır ki o bankaların sahiplerinin çoğunluğu aynı zamanda gazete ve tv sahibiydi. Bu yüzden Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Hürriyet/Milliyet Gazeteleri ve Kanal D’nin darbecilerin yanında hükümete karşı mevzi alması akçeli bir ilişkidir. Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Dış Bank, çok fazla kar edeceği altın bir dönemini daha yaşamıştır. Dinç Bilginin sahibi olduğu Sabah Gazetesi / a tv’de Doğan Grubunun müttefiki olmuştur. Çünkü Dinç Bilgin’de bu dönemde Etibank’ın sahibidir. Adı geçen gazetelerde: Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, İsmet Berkan, Zafer Mutlu, Güngör Mengi’ye karşılık söz konusu kişilerin tv’lerinde de Uğur Dündar, Ali Kırca, fatih Altaylı gibi isimler önemli roller üstlenmiştir. Bu şahıslar haberlerini yazılarını senelerce Genelkurmaydan gönderilen bilgilere göre düzenlemiştir.
28 Şubat darbesinde önemli rolleri bilinen: Güven Erkaya, Teoman Koman, Muhittin Fisünoğlu vb isimler birer banka veya holdinglerde yönetim kurulu üyesi olmuştur. Bu dönemde çok sayıda banka kısa bir süre de hortumlanarak kasten batırılmıştır. Ama onların batırdığı paraların tümünü devlet alacaklılara ödemek zorunda kalmıştır. Böylece Türkiye bu bankalar aracılığı ile yağmalanmış fakirleşmiştir.
Koalisyon protokolüne bağlı olarak istifa kararı alan ve yeterli sayıda milletvekili imzasını noter onaylı olarak götürüp Cumhurbaşkanı S. Demirel’e veren N. Erbakan, milletvekili imzalarına dayanarak Doğru Yol Partisi(DY) Genel Başkanı Tansu Çillerin Başbakan olarak görevlendirilmesini istemiştir. Ama Demirel Mesut Yılmaz’ı görevlendirmiştir. Çünkü S. Demirel, darbecilerin siyasi planlarını uygulama görevini üstlenmiştir. M. Yılmaz’ın TBMM’de yeterli desteği alması için DYP’den bazı milletvekilleri zorla istifa ettirilmiştir. İstifası istenen DYP milletvekillerinden, Bilecik milletvekili Bahattin Şeker istifası için tehdit edilmiş, istifa etmeyince o güne kadar duyulmamış görülmemiş bir iş yapılarak, B. Şeker’in askerliği yakılmış, asker kaçağı sayılarak bilahare askere alınmıştır. İşte böylesi yöntemlerle M. Yılmaz başkanlığında kurdurulan 55. Hükümet TBMM’den güven oyu almıştır.
M. Yılmaz döneminde ilk iş olarak zorunlu eğitim 8 yıla çıkarılmıştır. Meslek liselerinin ortaokul kısmı kapatılmıştır. Kur’an Kurslarına yaz tatillerinde gidecek öğrenciler için yaş sınırlaması getirilmiştir. 16 Ağustos 1997’de Nevşehir Hacıbektaş ilçesinde Hacıbektaşi Veliyi anma toplantısına katılan başbakan M. Yılmaz: “İstedim ki Hacıbektaş’a boş gelmeyeyim, bu yüzden zorunlu eğitimi 8 yıla çıkaran yasayı çıkarıp ta öyle geldim” demiştir. Bu yasayla ortaokulları kapatılan İmam Hatip Liselerinin kapatılmasını bir müjde olarak Hacıbektaş’ta Alevi vatandaşlara duyurmuştur, büyük bir alkış almıştır.
M. Yılmaz’ın müjdesine konu olan yasa zaten 28 Şubat MGK kararlarında 3 madde a bendi olarak yer almıştır. M. Yılmaz sadece bir emir eri olarak görevini yapmıştır. Yine 3. madde b bendinde de yaz Kur’an Kurslarına İlköğretim okulunun ilk kademesini, beşinci sınıfın gidebileceği kararı da bilahare yasa halini almıştır. MGK kararının 4. maddesinde ise: “aydın din adamı yetiştirmenin ihtiyaç düzeyinde tutulması” denilerek İmam Hatip Liselerinin azaltılması emredilmiştir. MGK kararlarının 7. maddesi daha da ibretliktir: “irticai ve disiplinsizlik nedeniyle TSK’dan personelin atıldığı gibi diğer devlet kuruluşlarından da atılmalıdır” denilerek sorgusuz sualsiz, yargısız, savunma hakkı olmaksızın devlet kurularından istenilmeyen kişilerin atılması istenilmiştir. Darbe döneminde on binlerce insan işinden sorgusuz sualsiz uydurma suçlamalarla atılmıştır. Bazıları haksız yere tutuklanarak işkencelere uğramıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. MGK’da alınan 18 maddelik kararların tümü böylesi bir içeriğe sahiptir. Evrensel hukuk kuralları, temel insan hakları çiğnenmiştir. Batı Çalışma Grubu (BÇG) adıyla oluşturulan yasa dışı bir istihbarat örgütüyle bütün yurttaşlar fişlenmiştir. Gümüş yüzük takandan evinin duvarında fotoğraf bulundurmayanlara, holdinglerden köftecilere varıncaya kadar herkes irticacı olan olmayan diye fişlenmiştir. M. Yılmaz’ın başbakan olması ile Başbakanlık Müsteşarlığına atanan Yaşar Yılmaz, başbakanlık binasına ulaşınca odasına oturmadan meydan savaşı kazanmış bir komutan havasıyla, koridorda: “bana İmam Hatip Lisesi mezunu olan personelin listesini getirin” diyerek emireri özelliğini ilk günden göstermiştir.
Bu dönemde İsrail’in kuruluşundan itibaren onunla yapılan antlaşmaların tümünden daha fazlası yapılmıştır. Her türlü askeri malzemenin onarım işleri İsrail’e verildiği gibi İsrail deniz ve Hava Kuvvetleri ile de ortak tatbikat kararları alınmıştır. Oynadıkları tiyatro oyunuyla İsrail vahşetini göstermeye çalışan Ankaralı liseli gençlerin her birisi onar yıl hapis cezası almıştır. Böylece İsrail’de, İsrail’in yaptıklarını eleştirmek serbest iken Türkiye’de yasaklanmıştır.
28 Şubat darbesinin mezhebi bir tarafı da vardır. Bu dönemde Türkiye nüfusunun çoğunluğu potansiyel suçlu, irtica’nın ana kaynağı görülmüştür. Azınlığın mezhebi Türkiye’deki laik rejimin teminatı sayılmıştır. Azınlık mezhebinden olanlar, çevrelerindeki çoğunluğa karşı ihbarcılığa, kışkırtılmıştır. Maalesef bunun çok sayıda örnekleri de görülmüştür.
Tankla topla iktidar değişimleri aslında eski Türk ceza yasasına göre idamlık suçtur. Çünkü demokrasilerde kimin iktidar olacağına halk karar verir. Halkın iktidar yaptıklarının, silah zoruyla alaşağı edilmesi her şeyden önce halka karşı işlenmiş büyük bir suçtur. Halkın egemenlik yetkilerinin gasp edilmesidir. 28 Şubat darbesiyle halkın egemenlik hakkı gasp edildiği gibi daha sonra Türkiye’nin zenginlikleri de hortumlanan bankalarla yağmalanmıştır. Bütün bu özelliklerine rağmen eğer 28 Şubat bir askeri darbe değilse, Türkiye tarihinde hiç askeri darbe yok demektir. Böyle bir iddia ise insan aklının insan vicdanının hafife alınmasıdır. 28 Şubat darbecilerinin yargılanması bütün yargılamalardan önemli sayılır. Millete karşı silah kullanan, onun haklarını gasp eden, milleti kendi dar görüşleri ile şekillendirmeye çalışan bir azınlığa haddinin bildirilmesi önemli, anlamlı, değerli, seçkin, hayırlı bir gelişmedir.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A
1-Cengiz Çandar, Çıktık Açık Alınla, Timaş Yayınları, İstanbul 2012.
2-M. Ali Birand, Son Darbe 28 Şubat, Doğan Kitapçılık, İstanbul 2012.
3-Ömer Lütfi Mete, 28 Şubat’tan Şemdinli’ye Derin Çeteler, Profil Yayıncılık, İstanbul 2012.
4-Taner Baytok, Bir Asker Bir Diplomat, Doğan Yayınları, İstanbul 2001.