Henüz iki aylık evliydik. Devlet memurları maaşlarını her ayın on beşinde alırdı. Üçüncü cicim ayımızda maaşını alıp yanıma gelen eşim;
” Bundan böyle evin gelir, giderleri muhasebe sana aittir” der demez maaşını elime tutuşturmuştu.
Bu davranışına pek anlam verememiştim. İfadesiz, donuk yüz ifademi görünce açıklamak zorunda kalmıştı:
“Bak yavrum, sana konuyu şöyle izah edeyim. Bilirsin benim elim açıktır. Pazar mazar, alışverişten de hiç anlamam. En iyisi mi sen tut evimizin muhasebesini.”
Öyle bir gülmüştüm ki şaşırma sırası bu kez de ona gelmişti.
” Yahu bana veriyorsun, iyi hoş da…Hiç sordun mu bu kadının matematikle arası nasıl, diye Hem hesap kitap senin işin. Koskoca AKM’nin muhasebesi senden sorulur. Yok yok verme paraları bana…” Demiş eşimin maaşını eline tutuşturdum.
O gün, o para bir ona, bir bana gidip gelmişti. Sonunda eşim beni şu düşünceyle ikna etmişti.
” Ben Pazar mazar dolaşmayı sevmem yavrum. Senin şöyle göz ucun dahi değse bir vitrine, giderim o mağazaya ve tüm maaşımı harcarım. Ee, sonrası? Söyle bana yavrum; biz koca bir ay nasıl geçineceğiz. Yok yok sen şimdi al bu paraları. İşte sana defter, işte kalem…”
.
Gördüğüm rüya mı kabus mudur, pek anlayamamıştım ama hatırladığım tek kare elimde deste deste kağıt paraları havaya atıyordum. Havadan çevreye doğru uçuşan paraların bir kısmı kadife gibi yüzümü okşayarak yerlere düşüyordu.
Uyumuş olduğum kanapeden birden fırlamıştım.
Dudaklarımdan dökülen sözcükleri duyan biri duysa beni, vallahi panik atak krizi geçirdiğimi düşünürdü.
Zira o gün maaşlarımızı yeni almıştık. Eşim tüm maaşını bana vermişti. Kira, elektrik, su, yol masrafları, vs…vs…vs…buhar olup uçmuştu!
Gel de şimdi bunu eşine anlat Emine…
” Yandık ki ne yandık! Koca ayı nasıl geçireceğiz? Maaşlarımız cüzdanımdaydı. Ee, cüzdanı yankesici çaldı..! Ne olacaktı şimdi?”
Dizlerimi dövüp dövüp duruyordum. ‘Eşime ne diyeceğim ben!’
Yüksek sesle söylediğim kaygılı cümlelerim kulağıma çalınır çalınmaz, duraksamıştım..!
O an farkettim ki üstüm bir pikeyle örtülmüştü. Üstümdeki pikeyi atıp ayağa fırladım! Bir pikeye bir kanepeye şaşkınlıkla bakmaktaydım.
Düşünmeye başladım.
Uyuya kalmadan önceki hallerimi geriye doğru sarıyordum.
‘ Ben şu üçlü koltuğa kendimi yorgunlukla bıraktığımda üzerim pikeyle örtülü olaması imkaznsızdı! Çünkü öylesine dalmıştım ki uykuya. Pike mike yoktu üzerimde.’
‘ Ee, ben kendimi örtmediysem, beni örten biri olmalıydı, değil mi?’
Uyku sersemliğim bu düşüncelerle geçmişti. Zira aynı dakikada eşimin eve geldiğini anlamıştım!
Duvardaki saate baktım. Sabahın 04.00’nü gösteriyordu. Yaw ben bu saate kadar nasıl uyumuştum ki? Eh beden yorgunken izin almıyordu akıldan.
Hızla yatak odamıza koşturdum. Tahmin ettiğim gibiydi. Eşim yatakta horul horul uyumaktaydı. Geç geldiği için beni de uyuyor görünce uyandırmaya kıyamamıştı. Üzerimi örteni öğrendiğimde içime yayılan rengin adı huzurdu.
Ama yine de onu kontrol etmeliydim. Onun tarafına geçtim. Vücudunun her bölgesi gözlerimin radarındaydı. Ne kafası gazlı bezle sarılıydı. Ne kol ve bacağı alçılıydı.
Çok şükür ki sağ salim evimize gelmişti.
Onu uyandırmamak için aşırı sessiz hareket etmekteydim. Usulca pikeyi kaldırıp yanına uzandım. Artık gün doğunca onun neden beni ağaç ettiğini öğrenecektim.
Şimdi uyuma zamanı…
Sabah ola hayır ola…
Kirpiklerinin ağırlığına bu düşüncelerle teslim olurken dudaklarımda tamamlanmamış dualarım da kalmıştı…
Devam edecek
Emine Pişiren/ Kocaeli