Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
İşte başladı yeniden, yeni bir gün, yeni sabah… Sabaha uyandıran Rabbime şükürler olsun…
Gün yine, yeni fırsatlar devşirerek merhaba diyor şehrin ufuklarına… ‘yerin renkli çiçekleri kara topraktan, göğün aydınlık yıldızları karanlıktan çıkmıyor mu? Yıldız ve çiçeği buluşturan yakınlık, görmeyi “görmekle mümkün… Karanlıkta hikmet ışıkları çakabiliyorsan yalnızlık gömleği vuslat elbisesine dönüşüyordur’ ve hayat yeniden başlıyordur… Ve devam eden hayat zamanı… İşte hayatın devam ettiği zaman kaydı…
Zamanı iyi ve tam yerindelikle sindire sindire kullanıp hayatı yaşamak varken kalbin direnişini kaybedenler, ellerindekileri imkânı da dillerindekileri fırsatları da kullanamazlar, kullanmazlar… Beklide kullanmak istemezler, hâlbuki en olası boşa harcamamamız gereken zaman ve zaman dilimlerindeki süren hayatlarımız var…
O nedenle dostlarım; ‘Birbirimizi Kollayıp, Güç ve Güveni Paylaşmalıyız…’
Uzak ya da yakın çevrenizde, görsel ya da yazılı basında, benim gördüğümü, duyduğumu, okuduğumu, her biriniz de muhakkak görür ve duyarsınız elbet…
Öyle vurdumduymaz bir dünyadayız ki; “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın,” “sen çalış ben yiyeyim,” “bana ne bana ne, bu dünyayı ben mi?.. biz mi kurtaracağız ve bu ağır yükü biz kaldıramayız vb. vb. vb.” saymakla bitmeyen umursamazlık ve vurdumduymazlık örneği ve darbı mesel haline gelmiş sözler vardır…
O zaman bu girizgahdan sonra, şöyle yapalım mı dostlarım tekrar hatırlamak için; bir darbımesel ile güne başlayalım mı sizlerle___
Buyurun şu hikayeyi dikkatlice okuyalım ve günümüz dünyasına bir kez daha bu çerçeveden bakalım!.. Bakalım büyük resmin içinde ne var…
___FARE KAPANI___
Duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını gördü.
“İçinde yiyecek mi var?..” derken.
– Bir baktı ki fare kapanı!..
Hemen bahçeye koşup alarmı verdi:
‘Evde kapan var!.. Evde kapan var!..’
Tavuk gıdaklayıp kafayı kaldırdı ve
‘Bay fare’ bu sizin için ciddi bir sorun olsa da şahsen beni ilgilendiren bir tarafı yok ne yazık ki!. dedi…
Fare dönüp bu sefer koyuna:
“Evde kapan var evde kapan var!..” dedi.
Koyun konuyla ilgilendi ama kendi hesabına:
“Üzgünüm bay fare vah vah emin ol senin için dua edeceğim” dedi.
Fare bu kez öküze yöneldi:
“Evde kapan var!..” “Evde kapan var!..” diye bağırdı nefes nefese.
Öküz: ‘ Bay Fare’ Senin için üzüldüm ama burnumu sokacağım bir şey değil.’ dedi.
E tabi ki farenin de başını eğip gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde fare kapanı ile artık tek basına başa çıkmaya çalışacaktı!..
O akşam evde alışılmamış bir ses duyuldu. Sanki bir kapan avının üzerine kapanmıştı.
Sese koşan çiftçinin karısı karanlıkta kapana zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını görmemiş.
Üstüne basınca yılan da kadını ayağından ısırmıştı…
Çiftçi karısını hemen hastaneye götürdü ama karısı eve ateşli ve hasta olarak döndü.
Eeeeeeee ateşli insana ne verilir?..
Sıcacık bir tavuk çorbası!.
Tavuk hemen kesilmiş ve acilen pişirilmiş!..
Ama kadın hala iyileşemiyormuş. Eee eş dost ahbap gelince hasta ziyaretine çiftçi de sofraya koyunu çıkarmak zorunda kalmış!..
Ama çiftçinin karısı iyileşmemiş; ölmüş!..
Aman ne kalabalık gelmiş cenazeye ne kalabalık!..
Bu sefer de konukları doyurmak için kesilen öküz olmuş!..
Fareye de olan biteni deliğinin ardından izlemek kalmış ve kendisine yardım etmeyen dostlarının başına gelenleri, korku dolu gözlerle ve acıyla izlerken “Keşke kapanı birlikte kaldırabilseydik” diyerek iç geçirmiş…”
Bu öykü yıllardan beri internette dolaşır durur. Hiç kimse fareye aldırmaz. Bir gün sıranın kendisine de geleceğini düşünmez.
Gerek yaşanılan gerekse anlatılan her kıssada çıkartılacak bir ders vardır…
Derim ki artık herkes kendi payına düşeni alsın…
Mehmet Akif Ersoy şöyle diyor:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”
Sakın ola dostlarım ”bana ‘ne” demeyin çünkü hayatlarımız birbirine dokunuyor…
Olaylar karşısında ne kadar susuyoruz acaba? Birçok konuda çok tepkisiz olduğumuzu düşünüyorum. Bir konuda taraf olmaya korkuyoruz. İnsan bazen çekimser kalabilir ama bu hayatın tümüne yansıyorsa işte o zaman tehlike başlıyor demektir. Nasıl olsa bana bir şey olmaz düşüncesi bizi tepkisizliğe itiyor.
Ama her konuda bir fikrimiz olması gerektiğine inanıyorum. Açık ve net fikrimizi söylemeliyiz. Dostlarımıza karşı, ya da topluma karşı tavrımızı açıkça ortaya koymalıyız.
Bu hayır diyebilmenin de özüdür. Tepkinizi dile getirdiğiniz zaman, hayır diyorsunuz aynı zamanda o olaya…
Onun için, bir daha bir sorun, birisinin sorunu karşınıza çıkarsa, beni ilgilendirmiyor derken…
Şöyle bir durun, düşünün derim:
Birimiz tehdit altındaysak hepimiz risk altındayız. Bu hayat denen yolculukta.
Birlikte yol almaktayız. Birbirimizi kollayıp gücü ve güveni paylaşmalıyız.
“UNUTMAYINIZ. . .”
Hepimiz, birbirimizin halı tezgâhında, hayati önemi olan iplikleriyiz. Bu halının bir ipliği sökülürse bundan halının tamamı etkilenir. Bu hayat denen yolculukta birlikte yol almaktayız…
Ve şöyle ya da böyle hayatlarımız birbirine dokunuyor. Birbirimizi kollayıp, güç ve güveni paylaşmalıyız…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım…’
Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Biraz soğuk, biraz yağmurlu bir Çarşamba sabahından tüm insanlığın yüreği, insanlık sevgisi sıcaklığıyla dolsun… Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Hoş kalın, hoşça kalın ama kalbiniz sevgi dolu dostça kalın her dem…
Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#