Geçen hafta ‘Altıncı Söz’ü işledik…
Sizlere Risale dersi vermek ne haddime! Sadece buradaki bir paragraftan yola çıkarak nihayet ve inşaAllah parmaklarıma vurduğum
zincirleri kıracağım bir başlangıç yapmak düşüncesinde ve azmindeyim..
Biraz ironik oldu sanırım, kalem tutan bileklere kelepçeler vurulurken, benim parmaklarımdaki kelepçeleri kırmaya çalışmam ama inşaAllah kalem tutan ellere vurulan kelepçelerin kırılması için acizane bir çaba olarak, bunu da benden yazar tarih…
Gelelim bütün bunların ‘Altıncı Söz’le ilgisine… Dikkatimi çeken paragraf şu oldu:”İnsan zayıftır; belâları çok, fakirdir; ihtiyacı pek ziyâde, acizdir; hayat yükü pek ağır… Eğer Kadir-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azab içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.” (Sözler, Şahdamar , sy.32 [halen piyasada satılıyorsa!]) Aslında anlaşılmayacak bir şey yok; Özetin de özeti: Allah’ın ipine sarıl, rahat et… gibi görünse de, bu cümlenin yorumu/şerhi için başka neler söylenmiş, diye internette biraz gezindim…
Nur talebelerinden olan Hasan Feyzi (Yüreğil) Efendi ‘Benlik ve varlık, zorbalık ve küstahlık kal’asının hedmi (kalesini yıkılması) ise, ‘Ene’ [BEN] adlı yani Otuzuncu Söz ve Altıncı Söz’ün irşadı ile kabil olur [yol göstermesi ile mümkün olur]’ demiş.
Altıncı Söz, ‘Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.’ (Tevbe süresi,9/111) ayetinin tefsiridir. İnsan için bu çok kârlı alış-verişi üstad dile getirirken “beş derece kâr içinde kâr”, diyerek beş madde halinde sunmuş.. Benim üzerinde durduğum madde özellikle yukarıya aldığım dördüncü madde: Dünya hayatı belâlarla doludur ama bu belâlarla savaşamayacak kadar zayıftır insan; ihtiyacı sınırsızdır ama bu ihtiyaçlar için fakirdir; yaşamanın yükü çok ağır olmasına karşın o bu yükü taşımak için insan acizdir [aslında]… Celal ve haşmet sahibi her şeye gücü yeten Allah’a dönmez, ‘Ego’suna kaptırıp kendini, birden ‘Küçük dağları ben yarattım’ dengesiz ve densizliğine girerse; her keyfe kâfi gelen, yeterince geniş olan helâl dairede yaşamaz ise zorlukların, acıların, ızdırapların boğduğu insan ya kendini sarhoşluğa vurur ya da içindeki canavarı ortaya çıkarır!
İşte benim aydınlanmamı sağlayan bu son kelime oldu: ‘Canavar’. Bu bana canavarlaşan insanları hatırlattı. Canlarını ve mallarını hakiki sahibine satmak yerine, yeni hanlar, hamamlar, saraylar; paralarının üzerine dolarlar ekleyen insanların nasıl canavarlaşıp, masum insanların üzerine saldırdıklarını anlar gibi oldum…
‘Ne alakası var canım’, diyeceksiniz, ‘batıda ya da uzak doğuda böyle şeyler olmuyor. Güçlüye ya da kişiye göre hukuk işlemiyor… Gelip gidip her şeyi dine bağlıyorsunuz!’ Hayır efendim, ben her şeyi dine bağlamıyorum. Her şey zaten dinin içinde var. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, devlet malına dokunmama, yetim hakkı, komşu hakkı, kul hakkı yememe, hırsızlığı yolsuzluktan ayırmadan, hepsini suç sayma vs.vs.. Batılı bunları zaten bu şekilde kabul etmiş.. Sorun bizimkilerde… Ne din olarak, ne demokratik-hukuk cumhuriyet düzeni olarak bunu kabul etmeye yanaşmamalarında ya da içselleştirememelerinde sorun.
***
‘Bir dizi ile bir insan tutuklanabiliyorsa, bu bir hayali davadır. Önemli olan ülkede demokrasinin yerleşmesi, bu karar beklenen bir karardı. Zaten biz buradan bir adalet çıkmasını beklemiyorduk. Biz bugün tarihe geçeriz. Ama bize bu kararı verenler bir delil gösteremeden, hakim bey bir delil var mı? Bir delil var mı? Mart ayında Sabah gazetesinde yazdığıyla… silahlar nerede? Örgüt yöneticiliği nerde? Bir filmden bulunuyorsa, bir gün, bu kararı verenler benim oturduğum yere oturacak, tarih buna şahit olacak. Allah rızası için üzülmeyin, çalışın, demokrasi adına çalışın.. ‘
Bu okuduklarınız, demokrasinin tutuklanıp, dokuzuncu gününde hüküm giydiği, o günü bitiren sözlerdi. Demokrasiyi ve hukukun yap boz tahtası olmadan, herkese eşit adalet olduğunu kabul edemeyişimizin, bunu hazmedemeyişimizin bir göstergesiydi bu sözler..
Bir süre ‘Hayvanlar Çiftliği’ni yaşadık… Onu geçtik ve simdi ise ‘1984’ü yaşıyoruz.
‘Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir.’
‘Geçmişi kontrol eden geleceği kontrol eder. Bugünü kontrol eden geçmişi de kontrol eder.’
Yolları, hastaneleri, başörtüleri ve İslam literatürünü kullanarak öyle bir sistem geliştirildi ki ülkede, zihinler yeniden şekillendirildi ve insanlar 2+2=5 diyebilecek kadar izansızlaştılar.
Derslerine çok iyi çalışmış olduklarına şüphe yok. Grup psikolojisini iyi kullanıyorlar ve propaganda tekniklerini çok iyi uyguluyorlar.
Aşağıda Adolf Hitler’in, Halk Enformasyonu ve Propaganda Bakanı Paul Joseph Goebbels’e(*) ait birkaç söz okuyacaksınız. Bakalım tanıdık gelecek mi?
· Basını, hükümetin kullanabildiği dev bir klavye olarak düşünün.
· Yalan atın, mutlaka inanan çıkacaktır.
· Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
· Amacımız doğruları söylemek değil, insanları etkilemek.
· Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım.
· İnsanların beyin tembelliğini gördükçe, her istediğimizi yapabileceğimizi anladık
· Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.
(*)1 Mayıs 1945’te intihar etmiştir