Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Herkes kalbinin renginde yaşar hayatı ve herkes kalbinin rengini bulaştırır etrafındakilere.
Hayat küçük şeylerden oluşur. Eğer siz severseniz büyük olurlar.
Ve şükür diyelim bizi uykudan uyandıran, açken doyuran, güçsüzken dayandıran Rabbime…
YALAN
“Amerikan yerlisi bir kabile şefi ölmek üzeredir. Oğluna son kez uyarılarda bulunur: “Bak oğlum hayatta en çok korkacağın şey yalan olmalıdır. Yalan ve iftira, altından zor kalkılır güçlükler barındırır. Kulaktan kulağa çok hızlı yol kateder. Sen makosenlerini bağlayıncaya kadar o dünyayı dolaşır. Ve elbette yalan söylemeyeceksin.
Şef böyle söylerken, uzun mesafe koşucusu olan Kenyalılar ise; “Bir yalan, ne kadar hızlı olursa olsun hakikat ona yetişip geçer.” demişler.
Yalan, insanın varoluşuyla mı başlamıştır?.. Nietzsche’nin dediği gibi yaşamın şartlarından mıdır?..
İnsanlar Neden Yalan Söyler?.. Yaşamımız boyunca yüzlerce insan tanırız… Ayrı ayrı yüzler, ayrı ayrı sözler. Her bir sözün gerçekliğine inanmak, insanlara güvenmek isteriz. Oysa her zaman böyle olmaz. Bazen duyduğumuz sözler doğru olmaz. Bazen de bildiğimiz doğrular doğru değildir. Çok sevdiğimiz, sonsuz güvendiğimiz insan bize yalan söylemiştir. Peki ama neden?..
“İnsanlar, yalan söylemek zorunda kaldıkları kimselerden nefret ederler.” Victor Hugo
Ne kadar doğrudur bilemem ama ben yalan söyleyeni hele ki kendi çıkarlarını öne alıp toplum çıkarlarını ayakaltına atanları sevmem… Önce ben değil önce biz demeli insan…
Birde Beyaz yalan dedikleri vardır. Adı yalan olsa da masum bir niyet taşır. Bu niyet de genellikle karşıdakini kırmamak ve üzmemektir.
“Hayır için söylenen yalan, fitne için söylenen doğrudan iyidir” diyerek zaten Peygamberimiz Hz. Muhammed de bu yolu açmış bulunmaktadır…
Ama yalanın beyaz olanı her ne kadar hoş görülse de unutmamak gerekir ki en çabuk kirlenen renk te beyazdır…
Malumunuzdur; gerçeklerin üzerini kapatmak ve başkalarını yanıltmak amacıyla söylenen sözlere yalan denir.
Yalanlar, kimi zaman gerçeğin üzerini örter, kimi zaman da kendilerine ait bir gerçek oluşturur. Ne kadar dürüst olursanız olun, herkes, her gün yalanlar söyler. Yalan söylememenin tek yolu, hiç kimseyle iletişimde bulunmamaktır ve bu da, günümüz dünyasında pek mümkün görünmüyor…
İnsanlar olarak neredeyse hepimizin hayatında başvurduğu bir yol olmuştur yalan. Kimimiz zor bir durumdan kurtulmak, kimimiz bize ait olmayan bir şeye sahiplenmek için yalana başvururuz…
Yalan ilginç bir konudur.
Sokağa çıkıp kime sorsanız ben yalan söylemem der ama neredeyse herkes birden çok kez yalana başvurur. İnsanların yalan söylemem demelerinin sebepleri bana kalırsa söylenilen yalanların önüne çeşitli sıfatlar getirerek onu hafifletmeye çalışmaları.
Mesela kimisi yalan söyler “beyaz yalan” der, kimisi yalan söyler “pembe yalan” der. Oysaki bunlar bizim kendi vicdanımızı rahatlatma çabasından öteye gitmeyen uğraşlardır. Önüne ne getirirsek getirelim yalan yalandır…
Yalan üzerine ne çok söz söylenmiştir. Bunların neredeyse tamamına yakını, yalan söylemenin ne kadar kötü bir davranış olduğunu anlatır. Semavi veya dünyevi tüm dinler yalanı bütünüyle yasaklamıştır. Hatta inanç üzerine yazılmış yayınlarda Cehenneme giden yolu ‘sağlama alan’ kötülükler arasında yalancılık önemle belirtilir. Etik değerler sistemi içinde yalanın, maddi veya manevi dünyada mutlaka karşılığı olan cezayı bulacağı ifade edilir.
Özetle; yalancılığın bedeli ağır cezadır…
Ama yakından baktığımızda; yalanın yukarıda çizdiğim ceza yüküne rağmen yaşamın olağan bir parçası gibi algılandığını görürüz. Yalanı mazur göstermek için ‘küçük beyaz yalanlar’ veya ‘zararsız yalanlar’ gibi kolaylaştırmalar bile üretilmiştir. Kimi zaman ‘küçük yalanlar’ söylemenin insanlar arası ilişkilere olumlu katkılar yapacağı bile savunulur…
Yalan söylemek, ele bir silah almak gibidir. Silahı denetlediğini sanan insan, bir süre sonra silahın egemenliğine girdiğini fark etmez. Yalan da böyledir. Önce masum bir görünümle başlayan yalanlar, daha sonra kişinin tüm benliğini ve yaşamını sarar; yalancılık, otomatik bir davranış modeline dönüşür. Bu durum, geriye dönüşü olmayan bir yolun başlangıcıdır. Genel olarak yalan söylemenin arka planında pek çok durumda çıkar ve getirim beklentisi vardır…
Yetişkin yaşamına baktığımızda; yalancılığın ne denli yaygın olduğunu görmek bizim için ilginç bir tespit olur. Öyle ki; ticari yaşamda yalan üzerine kurulu bir iş modelinin, akıllılık ve yetkinlik olarak kabul edildiği sıklıkla görülür. Yine pek çok kuruluşta üst-ast ilişkilerinin yalan üzerine kurulduğunu izleyebiliriz. Kurumsalmış gibi görülen aslında kurumsal olmaktan hayli uzak olan bazı kuruluşlarımızın ise biçimsel şeklî yalanın bir iş modeli olarak kullanılmasında Rekorlar Kitabı’na girecek yetkinliğe sahiptir…
İnsanlar yalan söylerken genellikle sonrasında ne olacağı ile ilgili fazla düşünmezler. O an içinde bulundukları zor durumdan kurtulmak için bir çırpıda ağızlarından yalan dökülür.
Sonrasında bu yalanın başına neler açabileceğini kimse düşünmez. “Günü kurtarmak” diye bir deyim vardır ya yalan söylemek de işte aynen bu deyimde olduğu gibi bizi belki o anki zor durumdan kurtarabilir. Ama unutmamak lazım ki hiçbir yalan sonsuza kadar gizli kalmaz.
Bir gün mutlaka söylenilen yalan ortaya çıkar ve o yalan ortaya çıktığında yaşanılan utanma ve sıkıntı daha büyük olur…
Yalancılığı alışkanlık haline getiren insanlar vardır. Bu insanlar sıkıştıkça yalan söylerler. Böylesi insanlar zamanla toplumdaki saygınlığını kaybeder ve kimse tarafından ciddiye alınmayan bir insana döner. Yalancı çoban hikâyesi bunun çok güzel bir örneğidir.
Yalanı hayat biçimi haline getiren insanlar küçük menfaatler kazanmak uğruna toplumdaki itibarını yitirerek aslında neler kaybettiğinin farkına bile varmaz.
Bu sebeple küçük kayıplar yaşamamak adına yalan söylemektense doğruları söyleyerek maddiyatla ölçülemeyecek büyük kazançlar sağlayabiliriz.
Yalan söyleyenler bir gün mutlaka gerçeklerini kaybederler.
Dostlarınızı incitin gerçekler ile ama asla rahatlatmayın yalan ile!..
Zaman akıp geçiyor… Pişmanlık olmasın hiç, kayıplar olmasın, ayrılıklar olmasın… Yalanlarsa hiç ama hiç olmasın…
Yarın bu günden güzel olsun…
Ömür dediğimiz nedir ki…
Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz:
Vakit gelip sandıktan çıkardığınızda, bir de bakıyorsunuz ki tedavülden kalkmış…
Her günün bitiminde bir şeyler öğrenebiliyorsanız, ömrünüz size vazgeçilmez dostlar kazandırıyorsa. Sabaha daha bi gülerek açabiliyorsanız gözlerinizi. Büyüdüğünüze üzülmeyiniz. Bırakın günler sizde iz bıraksın, bırakın çizgileriniz ve aklarınız artsın, yeter ki yarınınız dünü aratmasın dostlar…
Çünkü___________
“Zaman sessiz bir testeredir.” Demiş ya İmmanuel Kant.
Yani zamanın insanı eskiten, yaşlandıran, yıpratan ve en sonunda öldüren sessiz bir testere olduğunun kant tarafından ifade edilmesidir…
Akıp giden bir zaman!.. Bir daha asla geri döndürülmesi mümkün olmayan!…
Zaman!… Geçen yıllar!…
Evet, sonuçta; zaman sessiz bir testere gibidir fakat aynı zamanda insanın fani dünya üzerindeki ömür sermayesinin de gizem dolu imgesidir. Zaman gerçekten nedir, sorusunun cevabı sanırım hâlâ muğlak ve muallaktadır. Zamanı tanımlamak çok zordur. Zaman sürekli bir oluş ve akış mıdır veya dördüncü bir boyut mudur yahut gök cisimlerinin hareket ve konumlarıyla oluşan matematik referans sistemine göre hareketin düzenli sayımı mıdır, yoksa bunların hiçbiri ve dolayısıyla mevhum bir şey midir? Görünen o ki kesin cevap hâlen meçhuldür. Zaman birçok farklı kelimeyle Kur’an’da da çok sık zikredilir; ancak genel tarif burada da müphemdir…
Zaman gerçekten hızlı mı geçiyor, yoksa kalıplaşmış tekrarlar yaşandığı için mi öyle algılanıyor?..
Belki içi yeterince doldurulmadığından, belki kontrol etme gücü kaçırıldığından zamanın hızlıca eriyip gittiği kanısına varılıyor.
Sebep ne olursa olsun, garip bir tezat var karşımızda. Bir yandan gündelik yaşamın sıkıcılığı ve tekdüzeliğinden şikâyet ederken, öte yandan hızla geçen aylara, yıllara hayıflanıyoruz.
Zamanın hızla akıp gitmesi, biraz da, günlük hayatların birbirine benzemesinden kaynaklanmıyor mu? Farkındayız veya değiliz, benzer biçimlerde de kullanıyoruz gündelik süreleri.
Hızlı geçen zamanı yavaşlatmak, içini doldurmak, anlamlı kılmak adına yapabileceğimiz bir şeylerin olduğunu aslında hepimiz biliyoruz. Yapamadığımız kendi doğallığımızı, kişisel özellikleri yeterince yaşamla harman edememek belki de.
Her testere darbesinde olduğu gibi, zaman da doğranırken küçük kırıntılar bırakacaktır geride. Belki de giden her yılın ardından bize kalan bu kırıntılardır. İçlerinde yanlış da vardır doğru da. Pişmanlık ve keşke de barındırır, kararlılık da. Ama ne olursa olsun bize aittir ve nereye gidersek hep bizimledir. Bir anlamda yaşam heybemizin içinde birikenlerdir onlar… Hayatın hızını yavaşlatıp dolu dolu yaşamak adına, yapılacak her girişimde, bizi harekete geçirecek bir güce ihtiyaç duyacağımız aşikâr. Çoğu zaman bu gücü bulamadığımız için, kımıldayamıyoruz yerimizden. İşte o ihtiyaç anında aranılan güç, belki her birimizin boynunda taşıdığı, zaman kırıntılarıyla dolu heybede ve çoğumuz fark etmiyoruz. Karıştırmak lazım o heybeyi. Hiç değilse, arada sırada… İçinde yalan varsa atalım gayyaya…
Baktığında geçmişteki fotoğraflarına, işte o zaman anlıyorsunuz zamanın anlamını ve manasını!..
Ve her aynaya baktığınızda… Görürsünüz zamanın nasıl bir sessiz testere olduğunu!.. Aynalar yalan söylemez!… Görürsünüz yılların bizden alıp götürdüklerini!… O nedenle zaman testeresi bizi talaş haline getirmeden silkinelim ve yalanız riyasız kalan ömrümüzü sürdürelim…
Yalnızlığınızın omzuna dayayın başınızı ve dinleyin sessizce zamanın hızla gelip gecen sessiz sessizliğini _______Haydi şimdi kahvenizi alın, oturun bir köşeye. Ruhumuzu keşfe çıktık, sizde de katılın bu serüvene…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız, yalansız, riyasız güzel bir dilerim. Ömrünüz aydın, huzurlu bereketli geçsin.
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Mutlu, umutlu, sağlıklı, acısız, gözyaşsız güzel bir hafta dilerim. Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#