Ne yediğiniz kadar, ne okuduğunuz da önemlidir! Zira biri bedeninize, diğeri zihninize sirayet eder… Peki ne okuduğunuzu biliyor musunuz?
Elindeki kitabı göstererek, “Hocam bundan 28 bin sipariş aldım, kapağının albenisini görüyor musun, ancak içini aç, oku çöp!” diyerek genç dimağlara kötü kitap pazarlayan sözde Yayıncılar…
Yunus, Mevlana vb. ustaların şiirlerinden esinlenerek(!) yeniymiş gibi fabrikasyon şiir kitapları çıkartıp sonra arkalarına aldıkları rüzgârla fuar fuar gezerek kitapları baskı üstüne baskı yapan sözde Şairler…
İstanbul’daki kitap fuarlarını özel firmalara ihale ederek, her fuarda aynı yayınevleri, aynı tanındık yüzlerle işi ranta dönüştüren kurumlar…
İstanbul’daki iki kütüphaneye şifahen, “Şiir Okuyup Edebiyat Sohbetleri yapmak istediğimizi, amacımızın sadece edebiyat olduğunu” beyanla başvuruda bulunmamıza rağmen, aradan aylar geçti ancak tarafımıza olumlu ya da olumsuz cevap bile vermeyen (adı) Millet Kütüphaneleri…
Makalenin sonunu bekleyin…
…
Semtinde oturmamız hasebiyle hakkımız olduğunu düşünerek geçenlerde ilgili Belediyeyi ziyarette bulunduk, her ne kadar randevu çilesi çeksek de… Genç Kültür Müdürü ile yüz yüze görüşerek, düzenledikleri kitap fuarının tüm yayıncılara açık olması gerektiğinden yola çıkarak -adil ve hakkaniyetli olmalarını- hatırlattık. Ancak kendileri yer darlığı gibi çeşitli sebepler öne sürerek, ilave yayınevlerine yer açamadıklarını söylediler. Bunlar sudan sebeplerdi, zira belli başlı ve hep aynı yayınevlerinin esiri oldukları intibası uyandırdı bizde, savunmalarını inandırıcı bulmadık…
Yoksa samimi olsalar;
İstanbul’daki belediyeler böyle bölük pörçük fuarlar düzenlemek yerine, birleşerek veya destekleyerek, Avrupa yakasındaki TÜYAP kadar Anadolu yakasında da mesela MÜYAP adı altında pekala büyük bir kitap fuarı açabilirler!..
Dolayısıyla her fuarda hep aynı yayınevlerinin yer kapması yüzünden bizim gibi yazarların yayınevlerine yer verilmiyor, paramızla bile…
‘Kes-kopyala- yapıştır’ mantığı ile böyle kağıttan kültür inşa edenlere inat,
bizlerin günlerce arşivlerde göz nuru dökerek geçmişin tarihi olaylarını gelecek nesillere taşımak için
bin bir emekle tarihi romanlarımızla çalışmaya devam ediyoruz, her ne kadar kitaplarımıza hak edilen değer verilmese de… İllaki bunun da bir hakkı ve hesabı olacaktır…
Ancak, tesellimiz odur ki; Edebiyat Tarihi iyi, özgün ve kuralında yazanları dikkate aldığı için, biz gerçek edebiyatçılar kalıcı olurken, diğer sözde yazarlar tarihin tozlu sayfalarında yok olup gideceklerdir…
İşin özü ne biliyor musunuz;
iyi yazıyı, iyi yazarı, iyi kitabı bilemeyişimizden kaynaklı, insanlara dayatılan popüler kültürle pompalanan sınırlı bazı yazarların çöp kitaplarıyla yetiştirilen kof bir nesille karşı karşıya oluşumuzdur…
Yani daha net ifadeyle; nitelikli ve özgün yazara gerekli kıymetin verilmemesi… ve dahi teşvik ile reklamasyon çalışmalarının belirlenmiş kitlelere yönlendirilmesi…
Son olarak Yayıncılara, Yazarlara, Kamu ya da Özel Kurumlara şu anekdotla uyarıda bulunalım:
Sarıkamış tarihi romanımızın yazım aşamasında ki araştırmalarımız sırasında neyi gördük biliyor musunuz;
Osmanlı’nın son iki yüzyılında, yöneticiler devletin kültür, sanat ve ekonomiye dair ne varsa hepsini Balkanlar’a yığmışlar ve İzmit’in ötesine hiç geçmemişler! Anadolu insanı ise kıtlık, fakirlik ve fukaralıkla boğuşurken bir de devlet zoruyla her aileden üçer beşer kişi cepheden cepheye sürüklenmişler…
Eee, sonra ne olmuş dersiniz?
İşte o garibim Anadolu insanının AHI Osmanlı’yı vurmuş, yıkılmasına bir sebep…
Sânî-i Bânî-i II. Abdülhamid’in şu sözü buna en büyük kanıttır ‘Balkanlar gitti ise Osmanlı bitti…’
Kol kırıldı, yen yerinden fırladı…