Şimdi yıl 2030. Bu yılda da dünya aynı hızla dönüyor. Fakat dünle bugün arasında çok şey değişmiş.
Arşivdeki haberleri karıştırıyorum. Ama nedendir bilinmez, aşağıdaki haberlerin sanki hâlâ mürekkebi kurumamış:
– ‘Bal’ diye aldıklarımız bal değil, insanda tokluk hissini engelleyen nişasta bazlı şekerin yapay bal aromasıyla karıştırılış haliymiş…
– ‘Yüzde 100 sucuk’ diye satılan ürünlerde deri, kemik, sakatat, domuz eti dâhil her şey varmış…
– Jöleler, şekerler, bisküviler, kekler, dondurmalar, salam-sosisler, çorbalar, yoğurtlar gibi çok ürüne eklenen jelâtinler domuzdanmış…
– Meyve-sebzede insan sağlığını tehdit edici çok çeşitli –pestisit dedikleri- kimyasal zehirler varmış…
– Yanık/atık yağları toplayıp damıtıp, renklendirip, diğer yağlara karıştırıp lokantalara satıyorlarmış ve dışarıda yenilen yemeklerin bir bölümü bunlardan yapılıyormuş…
– Sabunluk zeytinyağı, kanola, mısır, soya gibi endüstriyel yağlarla karıştırılıp ‘natürel zeytinyağı’ diye satılıyormuş…
– Peynir mayaları çoğunlukla elde edilmesi kolay ve çok ucuz olduğu için domuzun midesinden elde ediliyormuş…
– Bozuk peynirler, bozuk yoğurtlar, son kullanım tarihi geçmiş süt ürünleri -israf olmasın diye- işlenip kaşar peyniri yapılıyormuş…
– Sığırlara, tavuklara ‘antibiyotik’ hatta yemlerine ‘arsenik’ ekleniyormuş…
– Yumurtanın dişi yani tavuk çıkması için ‘östrojen/dişilik hormonu’ veriliyormuş…
– Bakliyat ve kuruyemişlere çimlenmesin, böceklenmesin diye adına ‘ışıl işlem’ denilen ‘radyasyon’ uygulanıyormuş…
– Yumurtalar sarı olsun diye yemlere ‘selenyum’ ekleniyormuş…
– Tavuklar beyaz gözüksün diye klorlanıyor, kokmasın diye alkolleniyormuş…
– Süt, sahlep ve şeker kamışı suyu ve pancar şerbetinden yapılması gereken dondurmayı atık margarin, su, glikoz şurubu, soya aroması, soya lesitini, peyniraltı suyu tozu, jelatin gibi kıvam arttırıcılar, emülgatörler, yağsız süt tozu, karbonsimetil selüloz, modifiye mısır nişastasından yapıyorlarmış…
– Çaylara daha renkli ve lezzetli olsun diye domuz kanı ekliyorlarmış…
– Süt ürünlerindeki hayvansal yağı alıp, margarin dolduruyorlar…
– GDO’lu ürünleri ekleyip üzerine ‘var’ diye yazmıyorlarmış…
– Böceklerin kanlarını gıda boyası/renklendirici olarak kolalara, meyve sularına, şekerlere, sakızlara, reçellere, pastalara ekliyorlarmış…
O zamanda bunları yapana da tüketene de ‘insan’ deniliyormuş. Bunlardan bir bölümü kendine Müslüman da diyormuş…
Bütün bunların yapıldığı masal ülkesinde bir ‘Mehdi’ varmış ve o şöyle diyormuş: ''Hiç alakası olmayan biri kalkıyor, öyle şeyler söylüyor ki ve maalesef kafa karıştırıyor. İnsanların yedikleri ve içtikleriyle çok haksız(!) bir şekilde sorunlu h’ale getiriyorlar. Tamamen haksız(!), ama beni bağışlasınlar bu konuyla ilgili uzmanlarımız, hocalarımız başta olmak üzere konunun uzmanları başta olmak üzere, sanayiciler başta olmak üzere, onlar da susuyor. Sessiz, o yanlış sözleri söyleyenlerin, sarf edenlerin söyledikleri yanlışlar enformatik bir kirlilik yaratıyor.”
Bugünleri görünce hafızam bana ‘o günler ne iyi günlermiş’ dedirtiyor. O gün nüfus 75 milyonmuş şimdi 85,
O gün 15 milyon diyabet hastası varmış şimdi 40 milyon,
O gün 15 milyon hepatitli varmış şimdi 25 milyon,
O gün 3 milyon böbrek hastası varmış şimdi 20 milyon,
O gün toplumun üçte biri obez üçte biri şişmanmış şimdi yüzde 95’i,
O gün yeni evli çiftlerin yüzde 30’ü kısırmış şimdi 60’ı
O gün bazıları yaşasın diye bazılarının organları yedek parça olarak başkalarına aktarılıyormuş…
O gün bitkilerin genetiğinin oynanıp oynanmaması konuşulurmuş şimdi genetiğiyle oynanamamış hiçbir canlı kalmamış.
Şimdilerde herkes birer mekanizma, herkes uzaktan yönetiliyor. Kollarında birer beslenme aleti, acıkınca damara kimyasal enjekte ediyor. Kimin ne zaman uyanacağına, ne yiyeceğine, ne iş yapacağına sair her şeyine merkezden karar veriliyor. Bedenine yerleştirilen bir ciple hallediliyor her şey.
Biz üç beş kişi kaldık bedenine çip taktırmayan. Tüm korkumuz bir gün kaçırılıp narkoz verilip bize de takmaları.
Her günümüz bunun korkusuyla geçiyor. İşte o gün, olup bitene ‘bizden’ diye sessiz kalanlar neden olmuş. Şimdilerde onlara rahmet okuyan kimse yok, ama en azından biz beddua ediyoruz.
Bu sırada gözüme Medine’de Hz Peygamber’in yaşadığı şu hadise geldi.
Hz Peygamber bir gün –sadece Müslümanlar için Hz Peygamber s.a.v. tarafından inşa ettirilmiş– ‘Medine Pazar’ında denetime çıkar. Bir satıcının tahılına elini daldırır. Üstü kuru olan tahılın altı ıslaktır. Efendimiz aleyhissalatu vesselam “Bizi aldatan bizden değildir!” buyurur.
Acaba 2012’de de herkes alışverişe çıkınca ya da biriyle karşılaşınca Kur’an’ın ifadesiyle ‘Ben Müslümanlardanım’ deyip esnafa, siyasetçiye, avukata, mühendise, doktora, ilahiyatçıya, eşe dosta “Bizi aldatan bizden değildir!” deseydi ne olurdu? Hep merak eder dururum.