Bir toplumun ahlakî durumu zor zamanlarda belli olur.
Resmen içinden geçtiğimizi kur oyunları yahut da finans tetikçiliği nedenli iktisadi kriz yüzünden ülkenin tek derdi “zam” oldu.
Kur artışı ile birlikte bazı şirket ve kişiler borcunu ödememiş. Döviz alıp satarak güya kâr elde etmişler.
Devlet bayram öncesinde petrole ÖTV zammı yaptığı için esnaf da bunu bahane ederek bayramı zam bayramına çevirmiş.
Uluslararası Tahıl Konseyi (IGC) ve Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) verilerine göre, dünya çapında yılda en az 750 milyon ton civarında buğday üretiliyor. Türkiye ise yılda 22-23 milyon ton buğday üretiyor.
Yani diğer tahıllar bir yana dünyada kişi başına 100 kg, Türkiye’de ise kişi başına yaklaşık 275 kg buğday üretiliyor.
Üretimine ilave olarak, Türkiye 3 milyon ton civarında da ithalat yapıyor.
Ancak Türkiye buna mukabil 6 milyon tona yakın un ihraç ediyor. Buna yarım milyon tona varan makarna ihracatımızı da eklemeli.
Uluslararası buğday ticareti verilerine göre, Türkiye buğday ithal eden bir ülkedir.
İşte bu veri “her zaman istatistik en etkili yalan söyleme aracıdır” tezimizi bir kez daha doğruluyor.
Çünkü bu okuma, Türkiye’nin un ihracatından bağımsız okunan veya sunulan bir veri.
Türkiye’nin buğday ithalatı, buğday yetersizliğinden değil, buğdayı, un veya unlu mamule dönüştürüp ihraç etmesinden kaynaklanır.
Türkiye’nin 22-23 milyon tonluk buğday üretimine 3 milyon tonluk ithalatı da eklediğimizde, 25-26 milyon tonluk bir rakama ulaşırız. Bunun 6 milyon tonu ihraç edildiğine göre, geriye 19-20 milyon tonluk bir iç kullanım ortaya çıkar.
Bu da, Türkiye’nin buğday üretiminde kendi kendine yetmenin yanı sıra, 2 milyon ton civarında fazlasının olduğunu da gösterir.
En basit anlamda da kendi kendine yeter bir ülke.
Dünyada durum ne dediğimizde, her yıl 230 milyon ton gibi fazla buğday stoku bulunur.
Yani medyada ikide bir haber olan buğday kıtlığı ve açlık haberleri kocaman bir yalan!
Ortada kıtlık falan yok. Aksine bolluk ve nankörlük var.
Bunların üstüne bir de stokçular ve gıdayı silah olarak kullanan ahlaksız bir sistem…
Bugün Türkiye’de medya, önemli ölçüde batıdan servis edilen maksatlı, sinsi ve algı yönetimi amaçlı haberlerin taşıyıcısı durumunda. Bunun nedeni, nitelikli ve şuurlu eleman çalıştırılmaması…
Diğer taraftan medya zaten bu tür haberlere her zaman teşne… Getirisi ve götürüsünü hiçbir zaman hesaplamaz.
En beklemediğiniz gazetenin bile aşı haberlerinde yaptığı iftira ve yalanlarını hep birlikte gördük.
Son günlerdeki petrol ve elektriğe yapılan zamlarla birlikte ekmek zammı iyiden iyiye ayyuka çıktı.
Bu meselede üzücü olan, ekmeğin niteliği ile değil de sadece fiyatı ile gündeme gelmesi.
Siyasiler fakir fukaranın ekmeğini zamlandırmayız derdinde.
Ama kimse “bunlar ekmek mi” sorusunu sormuyor.
Bu mesele hiçbir zaman Sağlık Bakanlığı’nın derdi olmadı. Tarım Bakanlığı ise yasak savmadan öte bir iş peşinde değil.
Geçtiğimiz Mart’ta Konya’da yapılan “ekmek çalıştayı”nda gördük ki, havanda su dövülüyor
“Çalıştay” bizim tercihimiz değil. Bu uyduruk sözde kelime, 1990’lara kadar TDK lügatlerinde bile yok. Sadece son zamanlardaki TDK sözlüklerinde görülen abuk-subuk bir şey.
Neyse konumuz Türkçe’nin uğradığı katliam ve işgal değil.
Şu an ki derdimiz, sözde kıtlık ve ahlakî meziyet sorunu!
5-6 yıl önce NTV’deki ekmekle ilgili konuşmamız son zamanlarda sosyal medyada dolaşmaya başladı. Tıpkı yine 5-6 yıl önce A Haber’deki gazlı içeceklerle ilgili açıklamalarımız gibi…
Oradaki söylediklerimizin hepsi hâlâ geçerli.
O halde, biz kendi hallerimizi değiştirmedikçe, Allah (c.c.) var olanı değiştirmez. Neye layık isek Allah (c.c.) onu verir.
Biz gerçek/iyi ekmeği aramadıkça, iyi ekmeğe erişmemiz imkânsız.
Hele ki, içine sürüklendiğimiz ahlakî meziyet mahrumiyeti içinde daha da zor.
Kabul edelim ki, toplumumuzun ahlakî durumu, Müslüman bir toplumunda asla olmaması gereken bir düzeyde.
İşin daha kötüsü ise, herkes birbirini eleştiriyor ve sadece başkasının değişmesini bekliyor.
Pek çok kimse aynayı kendi yüzüne tutmaya hazır değil. Zira ayna da göreceklerinin hoş olmadığını peşinen biliyor.
Stokçuluk, çeşitli yalan bahanelerle fahiş fiyat artışları, haksız fiyatlandırma, insanlığa karşı işlenmiş suç ve zulümdür. Bunu yapanlar da biliyor.
O halde yapmamız gereken şey, çocuklarımızı İslam ahlâkî ile ahlâklandırmak. Ama unutmayın, günümüzde çocuğu mektebe gönderip, diploma sahibi yapmak ahlaklı kılmaya yetmez. Ebeveyn olmak bir nimet olmakla beraber, aynı zamanda da bir külfettir.
Unutmayalım ki, iyi bir toplum, ahlakî meziyete sahip fertlerden meydana gelir.
Yine unutmayalım ki, Mymmar ve Yemen gibi bazı noktalar hariç açlık ve kıtlık yok.Aksine milyarlarca insana yetecek kadar israf ve zulüm var.
Varlık içinde yokluk çeken ülke olduk. Bu nasıl işbilirlik? Nasıl iş bitiricilik anlamış değiliz. Tüm bu olumsuzluklara rağmen hâlâ “Avrupa bizi kıskanıyor” diyorlar ya! ? Düğün dernek yapıyoruz ağlanacak halimize.